Dede Korkut kitabı, millî zevkimizi, tarihimizi, dilimizi ve yapımızı ihtiva eden hazinemizdir. Türk ruhunun, vicdanının, düşünce ve inancının, dünya görüşünün, töresinin esaslarının yer aldığı muazzam bir abidedir.
Dede Korkut kitabında yer alan hikâyelerin IX. (9.) Yüzyılda teşekkül etmeye başladığı XIV.-XV.(14.-15.) Yüzyılda kayda alındığı tahmin edilmektedir. Ağızdan ağıza nakledilerek yüzyıllar boyu yaşatılmıştır.
Dede Korkut’un kimliği hakkında kesin bilgiye sahip değiliz. Kitapta Dedem Korkut, Dede Korkut, Korkut, Korkut Ata ve Dede, Dede Sultan olarak geçmektedir. Tarihi şahsiyet olmaktan ziyade Oğuz beylerinin bilicisi, akıl hocası, onlara yol gösteren, toplumun meselelerini halleden, tecrübeli efsanevi bir kişidir. Ozan olmasının yanında kam olma özelliği de vardır. Kopuzuyla insanları eğlendirirken, bir yandan da onlara sağlıklı toplum için mesajlar verir.
Kitapta zaman Türklerin Anadolu’ya gelmeden önceki IX.-XI.(9.-11.) Yüzyıl olarak karşımıza çıkmaktadır. Hikâyelerde hadiselerin geçtiği mekân olarak da Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu (Kars, Pasinler, Bayburt), Kafkasya, Azerbaycan’ı görürüz. Düşmanların yaşadığı yer olarak da Gürcü, Abhazya, Trabzon karşımıza çıkar. Bunlar “Kâfir elleri” olarak zikredilir. İstanbul, Mekke, Medine, Şam, Türkistan ve Orta Asya’daki bazı dağ adlarından da söz edilir.
Hikâyeler, manzum ve mensur bir yapıya sahiptir. Türkçe son derece başarılı kullanılmıştır. İfadeler destan üslubunda, akıcı, coşkulu ve ahenklidir. Üslup, yapmacıklıktan uzak, açık, yalındır. Manzum kısımlarda(soylama) ölçülerde sağlamlık yoktur, ancak farklı hece kalıplarıyla ahenk sağlama başarısı gösterilmiştir. Sıfatlar, kelime grupları, atasözleri, deyimler, dualar(alkış), beddualar(kargış), benzetmeler ve yakıştırmalar ustalıkla kullanılmıştır.
Dede Korkut hikâyeleri:
- Dirse Han Oğlu Boğaç Han
- Salur Kazan’ın Evi Yağmalanması
- Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek
- Kazan Bey Oğlu Uruz’un Tutsak Olması
- Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
- Kanlı Koca Oğlu Kanturalı
- Kazılık Koca Oğlu Yegenek
- Basat’ın Tepegöz’ü Öldürmesi
- Begin Oğlu Emren
- Uşun Koca Oğlu Segrek
- Salur Kazanın Tutsak Olup Oğlu Uruz’un Çıkarması
- İç Oğuz’a Taş Oğuz Asi Olup Beyrek Öldüğü
Oğuzların başında hanlar hanı Han Bayındır vardır. Bayındır Han’ın yapılacak akınlara izin vermesi, kurultay toplaması ve yılda bir defa büyük bir toy vermesi üç önemli vazifesi vardır. Ancak pek öne çıkmaz. Mevki itibariyle Bayındır Han’dan sonra Kazan Bey, ondan sonra da Aruz gelir. Toplanan divanda yirmi dört sancak beyi bulunur. Her beyin oturacağı yer önceden bellidir ve bir statü çerçevesinde belirlenir. Hikâyeler daha çok Han Bayındır’ın yahut Kazan Bey’in Oğuz beylerine verdiği ziyafetle başlar.
Konu olarak, Oğuzların Abazalar, Rumlar ve kendi aralarındaki mücadeleleri hikâye edilir. Düşmanları Şökli Melik, Kara Aslan Melik, Kara Tekür Melik, Boğaçuk Melik, Direk Tekin’dir. Bunun yanında günlük hayat ve inanca ait pek çok unsur yer alır. Savaşa gidilmeden önce arı suyla abdest alınır, iki rekât namaz kılınır. Saldırı öncesi Peygamber’e salavat getirirler. Fethedilen yerlerde ilk yaptıkları iş oradaki kale ve kiliseleri mescit haline getirmektir. Bunun yanına at eti yenilir, şarap ve kımız içilir, dört büyük melekten birisi olan Azrail’e kafa tutar. Geçimlerini at, deve ve koyun gibi hayvanlar üzerinden sağlarlar. Avcılık önemlidir. Ava topluca çıkılır ve günler boyu sürer. Kişilere yaptıkları işlere ve durumlarına göre ad verilir. Çocuklarına “baş kesip kan dökmedikçe” ad vermezler. Çocukları için düğün yaparlar ve düğün, yedi gün yahut kırk gün sürer.
Kitap, ders alınacak pek çok mesajlar verir. Sadakat, merhamet, sevgi, vefa, ikiyüzlülük, azim, kararlılık, sabır, dürüstlük, ihanet ve şefkat gibi kavramlar hikâyelere serpiştirilmiştir.
1916 yılında Kilisli Muallim Rıfat, kitabın kopyasından istifade ederek Arap harfleriyle yayımlamıştır. Orhan Şaik Gökyay, 1938’de kitabın ilk Lâtin harfleriyle baskısını gerçekleştirmiştir. Gökyay’ın kitabı, dil ve halkbilimi açısında incelenerek yayımlanmış ilk eserdir.
Dede Korkut hikâyeleri hakkında ilk bilgilere İlhanlı veziri Reşidüddin’in Camiü’t-Tevarih’inde rastlamaktayız. Dresten ve Vatikan olmak üzere iki nüshası vardır.
İSLAMİYET ÖNCESİ İNANÇ MOTİFLERİ
Dede Korkut hikâyelerindeki çeşitli tören ve inançlar Gök Tanrı dininin hâkim olduğu devirlerin kalıntılarıdır.
Savaşlarını, seferlerini her ne kadar kâfir diye adlandırdıkları kişiler üzerine yapsalar da amaçları dünyalık içindir. Amaçları ganimet elde etmek, baş kesip kan döküp ad almak, kâfir kalelerindeki esirlerini kurtarmaktır.
Oğuzların akıl hocası olan Dede Korkut, Türklerde atalar kültünün evliyalar kültüne dönüşmesine bir örnektir. Atalar kültü, Türklerin eski inanç sistemi olarak kabul edilip literatürde Gök Tanrı Dini, Kamlık Dini ve Şamanizm gibi adlarla anılan inanç sisteminin önemli bir ögesidir. Hikâyelerde bulunan örnekler şöyledir:
Deli Karçar, kız kardeşini Beyrek’e isteyen Dede Korkut’a çok kızar ve elindeki kılıçla onu kovalamaya başlar. Deli Karçar kılıcını indireceği sırada Dede Korkut Allah’a niyaz eder. Hak Teâla’nın emri ile Deli Karçar’ın eli taş kesilir ve havada asılı kalır. Bunun üzerine Dede Korkut’a yalvarır, kız kardeşini Beyrek’e vermeye razı olur.
“Ağız açup ödger olsam üstümüzde Tanrı görklü. ” ve “Yazılup, düzilip gökden indi Tanrı ilmi Kur’an görklü.” ifadeleri Tanrıyı gökte tasavvur eden Gök-Tanrı inancına işaret etmektedir. Bu fikir, yani Tanrıyı gökte düşünme, İslamiyet’ten sonra da devam etmiş, hatta günümüze kadar gelerek “sevinçten göklere uçmak, başı göğe ermek” gibi deyimlerimize yerleşmiştir.
Hikâyelerde su, ağaç ve ocak kültlerine de rastlanır. Basat, Tepegöz’e “atam adın sorar olsan kaba ağaç”, “ Benim adım sorar isen Oğuz oğlu Basat.” şeklinde cevap verir. Ve her hikâyenin sonunda alkış söylerken “Gölgelice kaba ağacın kesilmesin!” cümlesini tekrarlamaktadır.
Diğer bir tabiat kültü ise su kültüdür. Suyu kutsal bilen eski Türkler, onun bir ruhu olduğunu düşünürler. Buğaç Han Hikâyesinde Dirse Han’ın hatununun kuru kuru çaylara sucu saldım, dilek ile Tanrıdan bir oğul gücile buldum” demesi su kültünü örnektir.
Diğer bir kült de ocak kültüdür. Eserin mukaddimesinde Dede Korkut şöyle der: “Oğul atanım yetiridür, iki gözinün biridür. Devletli oğul kopsa ocağınım közidür. ” Bu kült “baba ocağı, ocağını söndürmek” gibi deyimlerimizde yaşamaktadır
Eski Türklerde ölüm bir bitiş değildir. Ölümden sonra da bir hayatın olduğu inancı vardır. Bu nedenle atları ve silahları ile birlikte gömülürlerdi. Önemli yas adetlerinden biri de, ölen kişinin atının kuyruğunu kesmek ya da atını boğazlayarak aşını vermektir. Onuncu hikâyede Segrek helaline şöyle der: “Kız sen mana bir yıl bakgıl, bir yılda gelmez isem iki yıl bakgıl, iki yılda gelmez isem üç yıl bakgıl, gelmez isem ol vakit menüm öldügimi bilesin, aygır atımı boğazlayup aşımı vırgıl.” Günümüzde ölü çıkan evden yemek verilmesi şeklinde devam etmektedir.
Türkler, göçebe yaşayan, hayvancılıkla geçinen dolayısıyla ata ve avcılığa büyük önem veren bir millettir. Eski Türklerde gördüğümüz büyük av merasimlerine Dede Korkut hikâyelerinde de rastlarız. Ayrıca Dede Korkut’ta baş kesip kan dökerek ad ve at alabilmek için yapılan av merasimleri de vardır. Av dönüşü beyler toplanır, büyük ziyafetler verilir. Örneğin Dirse Hanın hatunu oğlunun ilk avı için “atdan aygır deveden buğra koyundan koç kırdurdı, kanlu Oğuz biglerin toylayayım didi.” Burada kurbanlık hayvanın niteliği göze çarpmaktadır. Gök-Tanrı inancının hâkim olduğu törenlerde de kurbanlık hayvanın erkek olması tercih edilirdi. “Hanlar hanı Han Bayındır yılda bir kerre toy idüp Oğuz biglerin konuklar idi. Gene toy idüp atdan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdurmış idi.” Dede Korkut’ta yiğitler atları ile anılırlar. Dede Korkut’un Pay Püre’nin oğluna ad verirken “Bunun adı boz aygırlu Bamsı Beyrek olsun.” demiştir.
Buraya kadar daha birçok örnek vererek İslamiyet öncesi motiflerin sadece Dede Korkut hikâyelerinde değil günümüze kadar bile devam etmekte olduğunu gösterebiliriz. Ayrıntılı bir şekilde asıl anlatmaya çalıştığım, Dede Korkut kitabının bir geçiş dönemi edebiyatı eseri olduğunu sadece nazım-nesir karışık oluşu ve zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması olarak ifade edilmemesidir. Düşüncede, inanç sisteminde de büyük bir değişimin varlığını bazılarının buna direnç gösterdiğinin bazılarının ise şekil değiştirip devam etmekte olduğunu görmekteyiz.