Hiç gece yıldızlara bakarken düşündünüz mü? Biz bu evrende neyiz? Gelip geçici birer an mı, yoksa kalıcı bir iz bırakacak varlıklar mı? Ölüm, her şeyin sonu mu, yoksa yeni bir başlangıç mı? İnsanlık tarihi boyunca bu sorular zihinleri meşgul etti. Bu yazımızla “ölüm” kavramını farklı bir perspektiften ele alacağız: Ölümü öldürmek mümkün mü?
İnsanlık tarihi, “ölüm” kavramını iki temel eksende tanımlar: Biyolojik ölüm ve hakiki ölüm. Biyolojik ölüm, bedenin toprağa karıştığı andır. Hakiki ölüm ise bir insandan son kez bahsedildiği, adının son kez anıldığı tarihtir. Bu ikisi arasındaki fark, insanın hayattayken neyi temsil ettiğiyle, nasıl bir iz bıraktığı ile doğrudan ilişkilidir. İnsanlar dört gruptan oluşabilir: Bunları analiz edelim:
Birinci Grup: Varken Yok, Yokken Yok
Bu gruptakiler, yaşamları boyunca hiçbir iz bırakmayan, âleme bir çivi dahi çakmayan insanlardır. Varlıkları, dünyanın sırtında bir yükten farksızdır. Tıpkı bir nehrin üzerinde kayıp giden yaprak misali, ne doğuşları bir anlam taşır ne de ölümleri bir eksiklik yaratır. Onlar için şu söz söylenebilir: “Toprak altında yatan bedenleri, toprak üstünde bıraktıkları boşluk kadar sessizdir.”
İkinci Grup: Varken Var, Yokken Yok
Birinci gruptakiler sessizce gelip geçerken, ikinci gruptakiler en azından bir iz bırakma çabası gösterirler. Ancak bu çaba çoğu zaman yüzeysel kalır. Varken var, yokken yok olan bu insanlar, yaşarken belirli işler yapmış, ancak bu işler geçici ve yüzeysel kalmıştır. Bir ev inşa etmiş ama temelini sağlam kazmamış, bir ağaç dikmiş ama kök salmasına izin vermemişlerdir. Ölümleriyle birlikte, yaptıkları da unutulur. Örneğin, günlük ticaretle uğraşan ancak nesiller boyu aktarılacak bir değer üretmeyen biri bu gruba girer. Onların mirası, kumlar üzerine yazılan yazı gibidir; ilk dalgayla silinir.
Üçüncü Grup: Varken Var, Yokken de Var
İşte gerçek ölümsüzlük buradadır! Filozoflar, bilim insanları, sanatçılar ve sadaka-i cariye (sürekli hayır) sahipleri… Sokrates, İbn-i Sina, Shakespeare gibi isimler, bedenen toprağa karışsalar bile fikirleri, eserleri ve etkileriyle yaşamaya devam ederler. Bir çeşme yaptıran, bin yıl sonra bile su içilen her damlada hatırlanır. Bir şiir yazan, her okunduğunda yeniden doğar. Bu insanlar, ölümü öldürmenin sırrını keşfetmiştir: “Âleme çivi çakmak!”
Dördüncü Grup: Varken Yok, Yokken Var
Maalesef tarih, değeri yaşarken anlaşılmayan, hatta zulüm gören dahilerle doludur. Sadece erkekler değil, kadınlar da bu kaderi yaşamıştır. Bilim alanında Marie Curie, radyoaktivite üzerine çığır açan çalışmalarıyla Nobel Ödülü almasına rağmen, hayatı boyunca zorluklarla mücadele etti. Bruno, “Evren sonsuzdur” dediği için ateşte yakılmış; Hallac-ı Mansur, “Enel Hak” sözüyle varlığın özüne dokunduğu için katledilmiştir. Ancak ölümlerinden sonra anlaşılmış, hakiki ölümsüzlüğe erişmişlerdir. Onlar, yaşarken görünmez olan ama öldükten sonra insanlığın gözünde parlayan yıldızlardır.
Ölümü yenmek, biyolojik sınırları aşmak değil; insanlığın hafızasında yer edinmektir. Bir çivi çakmak, bir fikir üretmek, bir çocuğa ilham vermek veya bir nehrin akışını değiştirecek kadar küçük ama kalıcı bir adım atmaktır.
Hangi grupta yer alacağımız, bizim seçimlerimize bağlıdır. Yaşarken “yok” olmayı kabullenmek mi, yoksa öldükten sonra bile “var” olmanın mücadelesini vermek mi?
Hayat, her birimize verilmiş benzersiz bir fırçadır. Nasıl bir tablo çizeceğimiz, hangi renkleri kullanacağımız ve en önemlisi, bu tablonun sonraki nesillerin duvarında nasıl asılı kalacağı tamamen bizim seçimimizdir.
Bugün attığımız her adım, söylediğimiz her söz veya kalbine dokunduğumuz bir insan, bizim “çivilerimizden” biri olabilir. Belki bir çocuğun merakını ateşleyecek bir cümle, belki diktiğin bir ağaçla nefes olacak bir orman, belki de yazdığımız bir şiirle bin yıl sonra bile gözyaşı döktürecek bir mısra…
Şimdi kendimize soralım: “Ben hangi çiviyi çakıyorum? Kumlara yazılan bir isim mi, yoksa mermere kazınan bir miras mı?”
Hayat, bize sunulmuş eşsiz bir fırsat. Bu fırsatı “yok” olarak mı geçireceğiz, yoksa “var” olmanın mücadelesini mi vereceğiz? Seçim bizim. Şimdi harekete geçme zamanı. Hangi çiviyi çakacağımıza karar verelim ve insanlık tarihinde kendi yerimizi alalım. Unutmayın: Ölüm, terk ettiğin boşlukla değil, bıraktığımız dolulukla yenilir. Sen de bir iz bırakmaya cesaret et. Çünkü bu dünya, çivilerini hak edenlerin sessiz çığlıklarıyla ayakta duruyor.