Bazı yaralar vardır, zamanla kabuk bağlamaz. Üzerine ne kadar zaman örtülse de, hangi mevsim kaç kere gelip gitse de, en beklenmedik anlarda yeniden kanar. O yaralar konuşmaz; bağırmaz, ağlamaz. Sadece sessizce, derinden, insanın ruhunun bir köşesinde ağır bir varlık gibi oturur.
İnsan çoğu zaman başkalarına güçlü görünmek ister. “Geçti!” der, “Unuttum!” der… Belki bir tebessümle süsler sözlerini. Ama gözlerinde görünmeyen bir ağırlık vardır. Çünkü bazı şeyler unutulmaz; sadece sessizce taşınır. Ve bazen, insanın sessizliğinde en büyük acılar yankılanır.
İyileşmeyen yaraların bir dili vardır, sözcüklere ihtiyaç duymadan konuşurlar. Bir bakışta, bir duraksamada, ansızın gelen bir yalnızlıkta dile gelirler. Kimi zaman gece yarısı uykusuzlukta, kimi zaman bir şarkının ilk notasındaki titremede kendilerini hatırlatırlar. En çok da insanın kendine itiraf edemediği anlarda sesleri yükselir; ama yine de dışarıya bir fısıltı bile sızmaz.
Bu yaralar, bazen çocukluktan kalmadır. Bir kaybın ardından tutunulamayan bir el, bir kırgınlık, bir eksik sevgi… Bazen gençliğin heveslerinde gizlidir; bir veda, yarım kalmış bir umut, kırılmış bir hayal… Ve bazen, en beklenmedik yerlerde açılırlar; güvenle yaklaşılmış bir dostlukta, yürekten verilmiş bir sevgide, ansızın gelen bir ihanette.
İnsan çoğu zaman, iyileşmediğini anlamamak için çabalar. Hayat devam eder; sabahlar olur, işler yapılır, kahkahalar atılır. Ama geceler geldiğinde, dünya sustuğunda, herkes evine çekildiğinde… İçeriden bir ses yükselir. Bir zamanlar görmezden gelinen, ötelenen, bastırılan acı; kapının önünde bekler. Ne kovarsın, ne de tam anlamıyla misafir edebilirsin. O artık senin bir parçandır.
İyileşmeyen yaralar insanı zayıf kılmaz. Aksine, taşımasını bilene ağır bir bilgelik verir. Anlamayı öğretir, sabrı öğretir, şefkati öğretir. Başkasının gözyaşında kendini görmek, başkasının sessizliğinde kendi acını hissetmek… İşte bu yüzden, bazı insanlar daha derinden sever, daha dikkatli dokunur hayata.
Ve belki de en derin, en gerçek sevgiler; iyileşmeyen yaraların sessiz dilini anlayanlar arasında kurulur. Çünkü bazı yaralar anlatılamaz. Sadece bir bakışla, bir suskunlukla, bir omuza hafifçe dokunarak anlaşılır. Ve o zaman, sözcüklerin hiç var olmadığı bir yerde, ruhlar birbirine sarılır.
Hayatın sonunda belki de önemli olan, iyileşmemiş yaralarla barışabilmektir. Onları yok etmeye çalışmadan, utanç duymadan, eksik hissetmeden… “Evet,” diyebilmek, “Bu da benim bir parçam. Bu acı da bana ait.” Çünkü iyileşmeyen her yara, insanın kalbine kazınmış bir yaşanmışlıktır. Ve o izler, insanı daha derin, daha gerçek yapar.
Bazı yaralar kapanmaz. Ve bu kötü bir şey değildir. Onlar bize, nereden geldiğimizi, neyi atlattığımızı ve nasıl hâlâ ayakta kaldığımızı hatırlatır. İyileşmeyen yaraların sessiz dili, ruhun görünmeyen şarkısıdır; yalnızca dikkatle dinleyenler duyar.
İyileşmeyen yaraların sessiz dili vardır… ve bazen, sadece sessizce dinlemek yeter.