Modern dünyada yalnızlaşmak; insanlardan, insanların şakalarından, iyilik ve kötülüklerinden uzaklaşmak demektir. Modern dünyadan yalnızlaşan insan bence en mutlu insandır. Kendi ruhunun boşluğuna merdiven dayayıp yavaş yavaş aşağılara, daha da aşağılara inmek demektir. Hepimizin ihtiyacı yok mudur aslında buna? Kendi benliğimizi bulmaya yani.
Modern dünyada yalnızlaşmak kitaplarla çok iyi dost olmak demektir. Her insan için bu durum değişir tabii ki. Kimisi resimlerle baş başa kalır. Kimileri kitaplarla, kimileri müziklerle ve kimilerimiz de yazdıklarımızla baş başa kalırız. İnsanın ruhunu, benliğini bulması bence budur. Geçenlerde bir yerde okumuştum; ‘‘Hiç kitap okumayan bir insan ölene kadar sadece tek bir hayat yaşar. Ama kitap okuyan bir insan ölene kadar, her okuduğu yeni kitapla yepyeni bir hayata yelken açar.’’ Bu hayat sadece kendi kitabımızı okumakla, yani yaşamakla geçmez. Her kitapta yeni bir hayat bulmalı insan. Okuduklarını kendisiyle benzeştirmesi, dinlediği şarkılarla, çizdiği resimlerle ve yazdıklarında kendini bulmalı insan. İşte şimdi daha iyi anlıyoruz aslında modern dünyada yalnızlaşmayı. Modern dünyada yalnızlaşan insanın, biz diğer insanlar gibi düşünce hastalığı yoktur. Birisi onun hakkında ne demiş, arkasından ne konuşmuş umursamaz bile. Biz en çokta kendi düşüncelerimizle kendimi boğuyoruz. En ince ayrıntısına kadar düşünmek sırtımızda ki yükleri gereksiz yere daha da çoğaltıyor. Ne kadar çok düşünüyorsak o kadar negatif enerjinin içinde maruz kalıyoruz. Ve bu da bizi ‘mutsuzlaştırıyor.’ En basit mantıkla ‘‘iyi düşün iyi olsun.’’ Modern dünyada yalnızlaşan insanın bu dertleri yoktur. Onun derdi, okuduğu kitaptaki kahramanın ölmesidir. ‘‘Yalnızlığa alışmak, ruhunun seninle arkadaş olmasıdır.’’ der eski bir şair. Ama ne mutlu ki benim ruhumdan başka arkadaşlarım da var. Yazdığım şiirler, öyküler ve romanlar. Çaldığım müzikler, yaptığım resimler ve okuduğum kitaplar. Aslında artık başlığa ‘‘Modern dünyada yalnızlaşan insan değil’’ , ‘‘Modern dünyaya insansızlaşan insan’’ diyebilirim. Biz insanların yaşamı boyunca koşması, ilerlemesi gereken bir yol vardır. Çoğu zaman yolumuzdan saparız ve saptığımız yol da kimi zaman ya bizim için bir kestirme ya da çıkmaz sokak olur. Kestirme ise ne mutlu, ama çıkmaz sokaksa bu durum kötü. İlerlediğimiz yol boyunca önümüze engeller çıkar. Kimi yollar taşlarla kimi yollar kırık cam parçaları ve dikenler ile doludur. Senin ise ayakların çıplak. Hayat sana bir ayakkabı verir ve onu giyersin. Ayakların bir süre acımaz. Dikenler, taşlar batmaz ayaklarına. Ama sen gittikçe büyürsün ve o ayakkabı eskir yırtılır. Çırılçıplak kalır ayakların. Hayattan bir ayakkabı daha istersin ama hayat sana bunun için daha zaman olduğunu söyler. Karşına bir zorluk çıkacak. Mutlaka. Sen yolundan sapmadan, o dikenlerin ve taşların ayaklarını acıtacağını bildiğin halde yürümek zorundasın. Taa ki güneş açana kadar, çiçekli, yemyeşil çimenli yollara gelene kadar, hayat sana yepyeni bir ayakkabı verene kadar. Unutma ki bu yollardan geçerken daima yalnız olacaksın. Tıpkı yalnız bu dünyaya gelip yalnız gideceğin gibi. İşte buna da ben Ömrünün Yolculuğu diyeceğim. Sen ise bu yolları aşıp bir yerlere geldikten sonra ruhunun derinliklerine merdiven dayayıp yavaş yavaş aşağı ineceksin. Yolculuğunu, ayaklarının ne kadar acıdığını, üşüdüğünü, terlediğini, ne kadar çok kanadığını kaleme alacaksın. Bir gün de tıpkı bunu okuyan insanlar gibi başka insanlar okuyacaklar ‘Yolculuğunu’.
Müziklerin, seninle aynı yollardan geçmiş insanlara arkadaş olacak, çizdiklerin başkalarına ilham olacak. Yazdıkların gelecek nesillere ilham olacak. Modern Dünya’da yalnızlaşmak bunlardan ibarettir. Yolculuğun boyunca etrafında çiçekler, arılar, böcekler ve çeşit çeşit ağaçlar olacak. Ama yolun sonunda hepsini geride bırakmış sadece sen kalmış olacaksın. Yalnızlık iyidir. Modern dünyada yalnızlaşmak ise, çok daha iyidir…