Zaman elimizde bir kar topu gibi eriyor. Hemen hemen bütün estetiği, matematiği, manası ve maksadı ile beraber.
İnsanın bunu engelleyecek gücü, kudreti ve zaten öyle de bir derdi yok ne yazık ki.
Hatta “vakit geçirmek” diye acınası klasik bir tabir bile yer etmiş gündelik hayatımızda.
Zaman elimizde ki en kıymetli sermaye. Belki milyon duraklı hakikat treninin her seferini es geçiyoruz. Alınamayan, satılamayan, yerine bir şey konulamayan, hakka hakikate, iyi, doğru ve güzele ulaşmak için olmazsa olmaz mefhum. Fakat insan boca ederek israf ettiği zamanla adeta kendisini harcıyor.
İnsan zamanın içinde, zaman insanın elinde tükenip gidiyor.
İnsanlık tarihini paraya çevirsek en fazla 15 bin yıl o da 15 bin lira eder. İnsanların ömrü 70-80 kuruşa denk düşer. Hayatları bu kadar bile etmeyen nice kişiler geçip gidiyor alemden.
Her şeye böyle umarsızca harcadığımız zamanı, zamanın sahibine neden hiç ayırmayız. Ya bizim ona ayırdığımız zaman kadar bize ikram ederse halimiz nice olur.
Zaman göreceli bir kavram. Evrenin başka yerlerinde gün, yıl dünyada ki ile aynı şeyleri ifade etmiyor.
Sonsuz zaman içinde belki bir an bile etmeyen ömrümüzün, sonsuz akıbetimizi mayalayacak mahiyette olduğunu unutmadan hareket etmek, zamana hak ettiği değeri vermek gerek.
Milli, manevi kültürümüzde de bu konuya çok önem verilmiş, vurgulanmış. Modern zamanlar ile bu meselenin en büyük imtihanımız olmuş gibi duruyor.
Mevla imtihanımızı imanımızdan büyük eylemesin.