Hayal meyal hatırladığım kadarıyla eskiden yani yaklaşık 10 yıl önce sokakta top oynayan, üstünü başını kirletip eve gelen sonrada yorulup uyuyana kadar ev işleriyle uğraşan, okul kitaplarının yüzünü diğer gün okula giderken tekrar görebilme şansına sahip olan bir çocukluk geçirdik.
Bu kadar eğlenceli ve günün çok uzun olduğu zamanlar biz anlayamasak da internetle yeni yeni tanışan bizler için, berbat notlarımıza bakıp öğretmenlerimize hayır duaları ettiğimiz e okul, internet kafelerde ‘‘online’’ kelimesinin tedavülümüze girdiği “Counter Strike” gibi oyunlar ve bu günlerde 45 yaş üstü dayıların istila ettiği, “Arsız Bela” şarkıları açıp isyankar paylaşımlar yaptığımız Facebook, bazı şeylerin değişmeye başladığının habercisiymiş.
Tarihin hiçbir yerinde görülmemiş bu hızlı değişim sadece 10 yıl içinde olmuştu. Peki bizleri sokak çocuklarından Youtuber’e, Tiktoker’ a, online Twich yayıncılarına donate atan pasif oyun izleyicilerine dönüştüren bu değişim bizi daha mı çok mutlu yaptı.
We Are Social verilerine göre nüfusumuzun %77’si aktif bir şekilde internet kullanıyor ve bu oranın neredeyse hepsi dünya ortalamasının üstünde aktif bir şekilde sosyal medya hesabı kullanıp, yaklaşık 2.50 saat bu platformlarda vakit geçiriyor. Bu oranın büyük bir kısmının YouTube gibi eğer önlemi alınmazsa çok tehlikeli içeriklerle karşılaşılabilecek platformlarda vakit geçirdiği bilindiğine göre bu değişim gerçekten bizlerin, Z kuşağının ve Meta kuşağının (bu benim adlandırmam) lehine mi oldu. Aslında bilgiye ulaşımın kolay olması, her konuda tek bir kaynağa bağlı kalmamak bakımından lehimize oldu diyebilirken yanlış bilginin hızlı yayılımı, uzman olsun olmasın herkesin artık doğru kaynak! olduğu göz önünde bulundurulursa bazen tam tersini diyebiliyoruz.
Özellikle doğru ve yanlış ayrımını yapamayan ki bunu çoğu zaman büyüklerde yapamıyor ve onların doğru ve yanlış dedikleri her zaman öyle olmuyor, çocuklar psikolojik olarak onları kötü etkileyebilecek içeriklere maruz kalabiliyorlar. Hatta bazı sakıncalı içerikleri izleyen çocuklar daha sonra kendileri de bunu yapabiliyorlar. Alber Bandura’nın meşhur deneyinde bunu görebiliyoruz. O, “Bobo Doll” ismini verdiği bizde hacıyatmaz deneyi olarak bilinen bir deneye tasarlıyor. 3-6 yaş arasındaki çocuklara oyuncak ayıya ya da hacıyatmaza kötü davranan bir insanın olduğu video izletiyorlar. Daha sonra bu videoyu izleyen çocuklarında aynı şekilde bu materyallere benzer kötü davranışta bulunduğu görülünce davranışın model yoluyla da öğrenilebileceğini ortaya koymuş oluyorlar. Ancak bazı benzer deneyler aksini de göstermiştir. Yani bu konuda tamamen kesin konuşamayız.
Platon ‘‘Devlet’’ adlı kitabında insanları kötü etkileyebilecek masaldan, şiirden ve sanattan insanların uzak tutulması gerektiğini söylüyor. Ancak Platon’un kötüsüne hala kötü diyebilir miyiz ya da gerçekten o kötü müydü. Sosyal medya karşıtları onun insanların vaktini çok aldığından kötü olduğunu söylerken taraftarları bilgiye erişimin daha kolay olduğundan dolayı diğer kesimin klasik yöntemlerini kötü ilan eder. Peki gerçekte hangisi kötüdür ya da en kötüdür?
Bütün genellemeler yanlıştır gibi bir paradoksun içine girmeden son olarak şunları yazabilirim. Çocuk için sosyal medya ve bilgisayar oyunları dil ve zeka gelişimi için faydalı olabiliyor. Ancak bunların aşırı kullanımı her ikisinin geriliğine de neden olabiliyor. Ebeveynler bunun kontrolünü yaparak hem sanal hayat hemde dışarıdaki gerçek dünya (Matrix : Biri gerçek mi dedi) arasındaki bağ kurulmalı ve ihmal edilmemeli aradaki denge sağlanmalıdır. Belki böylece iki tarafında aşırısı zararlı olabilir diyebiliriz ya da bir Azeri deyimiyle şöyle bitirebiliriz.
“Az yiyerem hekimle işim olmaz, düz giderem hakimle işim olmaz.”
Konuk Yazar: Bahri Demir