Zeyyat Selimoğlu’nun “Soyunanlar” isimli öykü kitabına bir sahafta denk gelmiştim yıllar önce. Gerçekleri ironik bir dille anlatan keyifli bir kitaptır. Yazar kitabına soyunanlar adını vererek yüzlerindeki maskeleri atanları, vicdanlarıyla hesaplaşma içinde olanları anlatmak ister. Bir Dede Soyunuyor, Bir Ada Soyunuyor, Bir Büyük Soyunuyor ve Bir Terzi Soyunuyor başlıklarıyla dört bölümden oluşan bu kitapta her bölümde kişiler ve olaylar üzerinden vicdan muhasebesi yapılıyor.
Kitabın özellikle “Bir Terzi Soyunuyor” bölümünde geçen cümlelerden etkilenmemek elde değil. Terzi Dimo insanların yıkıcılığından bıkarak eve kapanan, yaşamını terzilikle devam ettirmeye çalışan biridir. İnsanoğlunun hayırsızlığı dolayısıyla Allah’ın işinin zor olduğunu söyler Dimo:
“İnsan en zor biçilen kumaştır be kuzum, Allah’ın işi bizim işe benzemez. Sırtına geçireceğin ceket kötü mü biçilmiş, gine onu giymemenin bir çaresi var, ama kötü biçilmiş bir insanı atamazsın kolay kolay. Çünkü kendini atıyormuş gibi olursun. Oğlun bozuk çıkmış, kötü biçilmiş diyelim, atabilir misin kolay kolay? Atamazsın, geçireceksin sırtına oğlunu ister istemez, taşıyacaksın sırtında. Senden ayrı düşünemezsin oğlunu, oğlun senin vücuduna sımsıkı yapışmış bir cekettir, soyunamazsın ondan” (Selimoğlu, 1980, 85-86).
Bir Dede Soyunuyor bölümünde bahsi geçen dede gençliğini korsanlık yaparak, çalarak, beyaz Rus ticareti yaparak, para için adam öldürerek geçirmiştir. Ailesinde ve mahallesinde dine düşkün biri olarak bilinen dede; ibadetlerine önem veren, ailedeki gençleri zorla da olsa camiye gitmeye, namaz kılmaya zorlayan biridir. “Namazına, dualara böylesine düşkünlük, namaz, dua konusunda bir tür önderlik, kendini bir şeyden bağışlatmak çabasına dayanan bir şey miydi, vicdan azabından kurtulmak çaresi mi?”
Bir Ada Soyunuyor bölümünde adanın en önemli caddesi Refah Şehitleri Caddesi üzerinden vicdan azabı anlatılıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda Türkler İngilizlere dört denizaltı ısmarlar. Anlaşmalar yapılır fakat İngilizler sonradan vazgeçtiklerini söylerler. Kendilerinin getiremeyeceklerini, isterlerse Türklerin gelip almasını söylerler. Bunun üzerine Refah Gemisi denizaltıları almak üzere yola çıkar. Gemi yola çıktığı gün bir torpile denk gelir ve gemide sadece iki tane cankurtaran filikası vardır. İki filikadan biri de patlamada parçalanınca geriye kalır bir filika. 28 kişi filikaya biner, geri kalan 167 denizci boğularak ölür. Yapılan soruşturmalarda süvari ve kaptan suçlu bulunur; fakat bunlar da boğulanlar arasında olduğu için suçlu kimdir?
“- Sanık ayağa kalk!
– Sanık ayağa kalkamaz sayın yargıcım.
– O da ne demek oluyor?
– İhmalin ayakları yoktur sayın yargıcım.
– Sanık adın ne?
– Sanık adını söyleyemez sayın yargıcım.
– O da ne demek?
– İhmalin dili yoktur sayın yargıcım.” (Selimoğlu, 1980, 39)
Yazar devletin ihmalinin ve bu ihmalde herkesin parmağı olduğunun özellikle altını çizer ve yaşananların sonunda suçlu bulunan ihmal olduğuna göre adada uygun görülecek bir sokağa Refah Şehitleri adının verilmesiyle ölenler için yapılan vicdan muhasebesi de kapanmış olur.
Vicdan, niyetlerimizi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan eylemlerimizi ahlaki ölçütlerle değerlendiren içsel bir denetleme aracıdır. İnsanı insan yapan, diğer canlılardan ayıran en önemli meziyet belki de. İyiyi kötüden ayırabilmemiz, tercihlerimizde irade sahibi olabilmemiz bizi eylemlerimizden sorumlu hale getirir. Bu nedenledir ki yapılan yanlış seçimler sonucunda insan vicdan azabı çeker. Peki, bu her insan için geçerli midir? Her insan vicdanının sesini dinler mi ve vicdan azabı çeker mi? Günümüzün en önemli sorunlarından birisi de diğer bireyleri hesaba katmadan bencilce hareket eden insanların çoğalmasıdır. Kendilerini engelleyen içsel bir sistemin yoksunluğu toplumsal yaşam için şart olan vicdan duygusundan yoksun insanları yaratır.
Metinden de anlaşıldığı kadarıyla vicdanın telkinlerini dinlemeyen kişi olumsuz duyguların etkisindedir ve davranışlarında da olumsuz duyguların yansıması görülür. Fıtratında bozulma olan kişiler için yaptıklarından pişmanlık duymak söz konusu değildir. Ahlaki duyarlılıklarını kaybettiklerinden vicdani sorumluluk duyma noktasında eksiktirler. Zeyyat Selimoğlu’nun kimi zaman şahıslar üzerinden kimi zaman sadece bir cadde ismi üzerinden suçluluk duygusunu ve vicdan muhasebesini “Soyunanlar” başlığıyla anlatması oldukça manidardır.
Yine çok güzel bir yazı olmuş kalemiize sağlık hem edebi bir dille hemde insanin oldugu her cağda yaşanan sorunlara ne güzel değinmis balin gibi sönen fenomen yazarlardan bıkmış bir okuyucu olarak hocam yazin bu ülkeye daha çok yazar gerek
Ne mutlu bana böyle düşündürdüysem. Çok teşekkür ederim güzel yorumlarınız için.