Simyacılar. Onların her zaman gizemli ve çok meraklı insanlar olduklarını düşünmüşümdür. Sürekli bir arayış içerisinde olmuşlardır. Kimya biliminin temelleri onlar tarafından atılmıştır. Bu açıdan bakıldığında onlara çok şey borçlu olduğumuz yadsınamaz bir gerçek.
Merak dediğimiz bana göre zehirli olan bu duyguya engel olmanın zor olduğuna inanırım. Simya dönemindeki simyacılar da kim bilir hangi meraklarına yenik düşerek ne gibi hatalar yaptılar. Hatta hatadan öte belki de ölümle bile sonuçlanmış olan deneyleri olmuştur. Onlara çok şey borçlu olsak da herkesin olduğu gibi onların da yanlışları elbette vardır. Bu yönden değerlendirildiklerinde yaptıkları için ne kadar doğru ne kadar yanlış orası tartışılır.
Ve gelelim meşhur felsefe taşına. Felsefe ve simya ikilisini çok uyumlu görürüm. Bir simyacı aynı zamanda bir filozoftur benim gözümde. Neden derseniz, ikisi de en ince ayrıntılara en ince noktalara değinir. Bir simyacı belki o dönemde gerekli deney aletlerinin olmayışından dolayı atom seviyesinde gözlem yapamadı ama onların asıl işi oydu ve en küçük parçacık olan atomdu onların uğraşları. Aynı şekilde bir filozofun uğraşıda dünya üzerinde atom kadar küçük olan insanın yaşam serüvenini bir simyacı gözü gibi derinden incelemekti. İşte tam da bu yüzden simyacıların bu felsefik bakış açılarının onları uzun yıllar felsefe taşı diye adlandırdıkları bir metal arayışına sürükledi diye düşünüyorum.
Bir metal var ve dokunduğu her şeyi altına çeviriyor. Dolayısıyla da zenginliği, ferahı daha da ötesi en büyük zenginlik olarak gördükleri ölümsüzlüğe kavuşturuyor. Ne kadar da ütopik. Acaba her şey altına dönüşseydi altının kıymeti yine aynı kalır mıydı? Yahut insanlar hiç ölmeseydi dünyanın tadı kalır mıydı? Cevap hayır. O zaman insanı bu arayışa sürükleyen temel sebep aslında neydi?
Bu sorunun bendeki cevabına birazdan geleceğim. Öncelikle, insanlar en çok ne ister? Bir düşünelim. Mutlu olmak değil mi? Ama çoğu insan mutlu değildir. Çünkü mutluluğun başkalarından kendilerine verileceğini beklerler ve başkalarından geleceğini zannederler. Kendi kendilerini mutlu edebilmeyi başaramazlar. Tanıdığınız on kişiyi bir düşünün. Kaç tanesi kendini mutlu edebilmeyi başarabiliyor? Tahmin edeyim bir veya iki. İşte şimdi konumuzun asıl sorusunun cevabına gelmek istiyorum. Neden felsefe taşı arayışına girildi? Simyacıları felsefe taşı ve ölümsüzlük iksiri arayışına sürükleyen tek şey sonsuz mutluluğa kavuşma arzusuydu. Çünkü insan fıtratı zayıftı ve ancak mutlu olduğu zaman kendini güçlü hissedebilecekti. Ve mutlu olunca da yaşadığını. Şöyle bir düşünün, kim hayatında yaşadığı mutsuz anları hatırlamak ister ki.
Öyleyse yani insan mutlu olma arayışındaysa ve bunu kendi başına yapamıyorsa, yıllarca yapılan bu arayışın çözümünün yine insan olduğu sonucuna varmak hiç de zor olmaz. Bana göre aranan felsefe taşı iyi insanların kalbidir. Ve bu kalpler en değerli taştan bile daha değerlidir. Onlar dokundukları her şeye mutluluğu verirler. Dolayısıyla mutlu olan insan da yaşamın keyfine vardıkça mutlu yaşadığı her an ölümsüzlük iksirinden zaten kana kana içmiş olur.