Kimi insanlar neden kendini sürekli eksik, kusurlu hisseder? Peki bazı insanlarda utanç hissi neden hep ön plandadır? Ve aslında çoğumuz neden kendimizi değersiz hissederiz? Neden her problemde okları hemen kendimize çeviririz?
Çocukluk döneminde gelenekçi** yetiştirme tarzıyla yetiştirilenler, ucundan bucağından ceza ile tanışmışlardır. Tabi burada ceza derken, yanlışın sonucunu görmeyi kastetmiyorum; bir yanlış olsa da olmasa da çocuğun tutarsızca ve şiddetli bir şekilde cezalandırılmasını, eleştirilmesini ve utanca boğulmasını söylüyorum. Burada olan çoğu zaman yapılandan bağımsız, direkt çocuğun bireyselliğine ve kişisel bütünlüğüne yöneliktir. Çocuk hep suçludur ve kesin bir şey yaptığı için de sürekli “utanç” hissetmelidir. Düşünsenize 4-5 yaşlarındasınız, bilişsel kapasiteniz sonuçları hesaplamada haliyle zorlanıyor ve siz yetişkinlerin sürekli utanç duyduğu bir çocuk halini almışsınız. Çevreden size durmaksızın suçluluk hissi uyandıran mesajlar geliyor. Ne düşünürsünüz? Nasıl hissedersiniz? Sürekli ceza verilen, durmaksızın eleştirilen(ki sürekli eleştiri de cezadır) çocuğun aklından haliyle şunlar geçecektir: “Yetişkinler beni her zaman görmezden gelir veya zarar verir”, “Ben bakılmaya layık değilim”, “Ben kötüyüm”, “Ben sevimli değilim”, “Ben kusurluyum” vb. Akıldan geçen bu düşünceler genelde beraberinde şu duyguyu getirir: utanç yani değersizlik/kusurluluk.
Çocukluk döneminde yerleşen değersizlik hissi ilerleyen yaşamımızda bize memnuniyetle eşlik eder. Malum, olan her şeyde siz suçlanmışsınızdır ve şimdi de ortada bir problem olmasa bile siz hep kusurlusunuzdur. Her şey sizinle ilgilidir. Olan her şeyin tüm müsebbibi sizsinizdir. Zihniniz ortaya çıkan problemlerde dahliniz olmasa bile sizinle ilişkili şeyler arar, çünkü buna göre programlamıştır: ortada bir problem var ve sizin dahliniz yok, mümkün mü? Arkadaşınızı ararsınız, cevap vermez ve bir süre dönüş yapmaz. Peki siz ne düşünürsünüz: Acaba bir şey mi yaptım? Oturup kendinizi suçlar durursunuz. Süreç, kusurluluk hissinin gözetiminde sürer gider. Eleştiriye aşırı duyarlı hale gelirsiniz. En ufak bir eleştiri sizin için sevilmeme ile eşdeğerdir. Neden? Çünkü zihninizde eleştiri, reddedilme olarak kodlanmıştır. Ve bir süre sonra bu değersizlik, kusurluluk hislerinden kaçmak için, insanlarla ilişki kurmaktan kaçınmaya başlarsınız. İnsan yoksa, eleştiri yok, ceza yok ve tabi değersizlik hissi de yok. Ön planda olacağınız durumlar sizin için çekilmez olacağı için, hep uzak durursunuz. Çünkü bu gibi durumlar sizin için eleştirilme ihtimali anlamına gelir. Size yönelik olmayan şeylerde bile acaba der ve kendinize pay biçmeye başlarsınız. Ve işte size tamda burada ilginç bir hikâyeden bahsetmek istiyorum: Buluttan Nem Kapan Adam.
“Vaktiyle Ördek Hüsnü lakaplı bir adam varmış. Adamcağızın yürüyüşü paytak paytak olduğundan eşi dostu ona bu lakabı takmış. Ördek Hüsnü, arkasından takılan lakabın farkındaymış ve ne zaman duysa cinleri tepesine çıkarmış. Ayrıca pek de alınganmış kendisi. Birisi şakayla da olsa bir laf etse, günlerce surat asar, selamı sohbeti kesermiş. Ördek Hüsnü’nün bir manav dükkânı varmış. Komşu dükkânda da iyi huylu, geçim ehli bir kasap çalışırmış. Komşusunun huyunu bildiğinden kasap olabildiğince düşünerek hareket eder, onun alınmasına sebep olacak şeyler söylemekten kaçınırmış.
Bir gün yine ikisi kapının önünde oturuyorlarmış. Kasap sohbet açmak için “Bugün de havada amma bulut var” demiş. Hüsnü bir hışım kafasını kaldırmış, sinirli sinirli kasaba bakmış. Dükkânına girip çat diye kapıyı kapatmış. Zavallı kasap, adamın arkasından bakakalmış. Ördek Hüsnü günlerce yüzüne bakmamış kasabın. Kasap bir gün dayanamamış: “E be kardeşim, küsecek ne buldun yine?” diye sormuş. “Daha ne olsun! Utanmadan gözümün içine baka baka bana ördek diyorsun, üstelik bu lakaptan nefret ettiğimi bile bile bir de niye küstün diye soruyorsun” demiş Hüsnü.
Kasap şaşırmış. “Hayda, ne ördeği ya?” demiş ağzı bir karış açık.
“E sen havada bulut var demedin mi?” “Evet. İyi de bunda ne var?”
“Bulut olursa yağmur olur, onu da mı inkâr edeceksin?”
“E olsun, ne olacak ki?”
“Yağmur da çok yağarsa seller sular götürür ortalığı.”
Kasap hâlâ lafın nereye geleceğini anlamamış. “E götürsün?”
“E suda da ne yüzer? Ördek! Suratıma baka baka bana ördek diye imada bulunuyorsun, sonra da geçmiş karşıma niye küstüğümü soruyorsun.
Kasap hasbin Allah çekmiş. “İyi de kardeşim,” demiş, “sen de havadaki buluttan bile nem kapıyorsun!”
Paylaştığım hikâyede olduğu gibi insan zihni bağlantı kurmada çok maharetlidir. Öyle ince bağlantılar kurar ki, biz artık o hikâyenin acılı kahramanı olmaktan kendimizi kurtaramayız. O hikâye ile birleşiriz, Ördek Hüsnü oluruz ve tüm yaşamımız bu hikâye tarafından şekillendirilir. Hikayemiz bizim tabiri caizse kaderimiz olmuştur ve onunla birleşmişizdir. Değersizlik hissini içten içe çok fazla hisseden kişiler, bu his ile birleşir ve gerçekliğini kabul eder. Çünkü cezalandırılmış, utanca boğulmuş biri olunca kim gerçekten değer verir ki? İşte kusurluluk şeması, bu şemaya sahip kişileri buluttan nem kapar hale getiriyor. En ufak değersiz görülme ihtimali bile, bu kişilerde değersizlik anılarını tetikliyor ve haliyle utanç, kusurluluk ve değersizlik hisleri bu kişilerin aklına hücum ediyor. Ve tabi insan durduk yere buluttan nem kapar hale gelmiyor. Çünkü her insan vaktinin çocuğudur. Vesselam. ?