Sesimizin tonu, hissimizin gücü ile birleşip bizim aynamız olur, dış dünyamıza. Kaç şey düşündün? Kaçını söyleyebildin? Kaçını yuttun tam dilinin ucundayken? Kaç tanesi yarım kaldı?
Hissettin değil mi? Güvendin o yönüne. Kendi kendine güç verdin. Görünmekti, içindekileri görünür kılmaktı tüm niyetin.
Dünyanın sesine kulak verdin bir süre. Sesin sesini bastırıp, kısık çıkmasın sesin diye bekledin. Nasıl derler “doğru zaman” onu aradın.
O gün gelip çattığında, kaç kişiye ulaştı sesin? Kaçına duyurabildin hissini, sesini? Kaçının görmemezlikten gelişine yutkundun? Kaç tanesi yarım bıraktı cümlelerini kahkahalarıyla? Duymadın mı, seni duymadıklarını? Çaban görmemezlikten gelindi, kırıldı tüm o doğru zamanı bekleyen yanın.
Doğru muydu zaman gerçekten? Beklemeli miydi onu? Zaman geçerken, doğru gözümüzün önünden kayıp gitmez miydi? Sesi yok ki geçen sürenin.
Sahi doğru muydu zaman? Duymadıklarını, duydun. Sağırdı herkes, zamanı gelsin diye beklediğinde. Senin için tam zamanıydı belki ama, Onun için dinleyeceği bir zaman olmadığından oldu tüm bütün bunlar. Seni birileri duymalıysa beklememelisin. Beklediğinde şahit olacağın tek bir şey var olacak; “Seni duymadıklarına şahit olmak.”
Duyuyor musun beni? Sana sesleniyorum; Aç sesini kalbinin. Duymasalar da avazın çıktığı kadar bağır gökyüzüne. Kimse duymasa da seni bir dinleyenin her zaman olur. Gökyüzü, güzel bir yer bunun için. Hem sesinin yankısı, sana gücünü görme fırsatı da verir. Aslında bu ne demektir biliyor musun ? Dinleyenin çok, anlayanın seslerinin kısık olduğudur.
Gökyüzü, bugün senin olsun. Ben seni dinliyor olacağım.