Bütün çocukluk anılarını portakal bahçeleri süslüyor. Orada koşup oynayışları, ağaçlara tırmanışları, yaş ilerledikçe kalbinin ilk sızısı, gözyaşları, kahkahaları, gün yüzüne çıkıyor portakal çiçeği kokularıyla etrafını sarıyor. Çocukluk hatıralarına ait hayallerinin içinde yaşıyor. Peki… Neden hüznün esiri? Hayallerine kavuşmak insanı mutlu etmez mi?
Otuzlu yaşlarında, kadının kadın hissettiği zamanda, kariyerinin zirvesinde, ünlü avukat Seher olarak anılmakta. O, şuan portakal bahçesinde bir ağacın dibinde tınılı toprağına oturmuş, cüppesiyle huzuru aramakta. Hıçkırık seslerini gömse ya bu havalı toprağa.
Mesleki hayalini bu ağacın tepesinde kurmuştu. Dün gibi aklında. Her bir ağaç farklı hayallerin kapısıydı ona. Özellikle en yükseğe tırmanır, orada dalardı rüyalarının içine. Sanki yükseklerde gerçekleşme olasılığını arttırıyordu kendince. Kaldırdı başını baktı ağacın zirvesine. Yüzünde beliren gülümseme o günlerin tatminine ulaşamadığı hissiyle tezatlık göstermekte. Derin bir nefes çekiyor ciğerlerine, portakal çiçeği kokusu dolduruyor ruhunu. Doğrulup kopardığı bir yaprak en eşsiz parfümlere değişmeyeceği bir rayiha salıyor içine. Solukları sanki portakal çiçeği aromasında, gülümseyişinin ortasında.
***
Adliye koridorlarında düşlerdi bedenini geçmişin sayfalarında, bu eşsiz kokunun buğusunda. Sayfalar renklendi, vakit bu güne geldi. Koridorlarında koşturduğu soğuk bina Seher’i hayalin tatminsizliğinde beyaza çevirdi. Sabretmenin dengesizliğinde ki yutkunuşlar turuncuya evrildi. İşte böyle bir renk değişimi son perdede bu bahçeye attı bedenini.
Bir süre soluklandığı ağaç dibinden kalktı, üzerindeki cübbeyi çıkarıp dalına astı. Adalet anlayışı onda farklıydı. Tüm o canı yakılan masumlara portakal çiçeği yollasa, gönlü erer miydi huzura? Bir başka ağaca yol alırken uçuştu bunlar aklına.
Karşısında sevda diye sarıldığı bir başka ağaç şimdi ona bakıyor. Geçmişin gülüşlerinde mayışarak. En güzel aşk rüyaları bu ağaçta sır olarak asılı. Çiçek açtığı vakit coşan gönlünün dinginliğe erdiği nokta, işte orada. Okuduğu şiirler göz süzüyor sanki yaprakların arasından. Bu yapraklar ki her mevsimine ayrı şahit. Gözyaşları da aktı üzerine, kahkahaları da esti yel niyetine. Aşkın her halinde bu ağaç sardı onu yine. Her güzel duygu çiçek açtırır insanın gönlünde, Seher’in ki portakal çiçeğine. Nasıl ki sulanmayan çiçek ölmeye mahkûmsa, beslenmeyen duygular da yok oluyordu gönülden. O’nun aşk kıpırtıları bu ağacın dibinde gömülüydü. Ve hemen ardında ki şiir ağacıydı. Orda dökerdi tüm duygularını kâğıda. Gitti yanına usulca. Kalem kâğıt yoktu yanında ya telefonunun notlar bölümüne fısıldadı bu defa.
***
“Vicdanımın sesi de sustu artık. İnsanlığımı mı kaybediyorum yazık. Hangi ahların vebalini yaşıyorum karışık. Canını da yakmadım kimsenin, bilerek kurmadım tuzak. Nedir bu yaşananlar? Beynim kaçık.”
***
Kurulan bir kumpasın içinde farkında olmadan var olduğu için kendini suçluyordu.
Gözünden akan yaşlarla bezeli rimel, siyah bir çizgi bırakmıştı yanağından boynuna uzanan. Hayat yolu gibi, bembeyaz çehresinde. Dinen gözyaşlarının kanıtıyla suratında, tek tek dolaştı bütün ağaçları. Hepsinde ayrı anı, her anı yüzündeki gülümsemenin anahtarı. Üstüne çöken gece vaktinde, tüm günü tüketmişti portal bahçesinde, iyi geldiği belliydi nihayetinde. Hüzünlerini gömdü toprağa, yavaşça gitti cübbesinin asılı olduğu ağaca. Dikleşen duruşuyla tekrar üzerine geçirdiği cüppesi, üzerine sinmiş portakal kokuyla gülümsetti.
Ruhu, bedeni, gönlü ve de cüppesi portakal çiçeği kokusuna bulanmış, umudu tekrar doğurmuş, arınmış, dinlenmiş ve güçlü bir Seher eserek çıktı bahçeden. Elinde yeşil yaprağı, cebinde beyaz çiçeğiyle şifasını bulduğu inancında döndü ağaçlara son kez, tekrar geleceğim diyerek, üstelik bugününe gülümseyerek gitti portakal bahçesinden.