Aynaya bakıyorum gözlerim spirallerin içinde yutuyor tüm bedenimi. Beynimin dönen çarkları zonklayan bir baş ağrısına çarparak dişlilerin arasında kırılıyor. Şimdi bembeyaz bir sonsuzluğun boyutsuz eylemindeyim.
Bir Mevlevi gibi hızlanıyor dönüşler. Kendime buruluyorum sessizlikte nefessiz. Kendi ahengini bulan dünya ritminde çaresiz, beyaz ipekten bir örtüyle dolanıyorum çıkmaz sokakların köşe başlarında. Bir deveran ki kendini tamamlıyor ahenkle dönen tekrarlarda.
Önüm uçurum ben sabit duruyorum her yanımda mayın tarlalarıyla. Mekânda bir noktayım tüm yok oluşlarda. Ne bir akışta ne bir kayboluşta. Ben duruşu bozuk bendime burulduğum dünya hapsoluşunda bir suskunluğun dalgınlığına bürünüyorum usulca.
Benliklerimi izliyorum köşe başında. Gölgeleşen cismime bakıyorum gözlerimde yaşlarla. Yaşların kıymık acıları batıyorken ruhuma, ben aynasız kendime rastladığım yılların arasında, vasiyetimi bırakıyorum vaziyetinde aciz kaldığım bu dünyada. Donuk cismimle seyrinde kaldığım, buğulanmış bir cam gibi şimdi yaşam. Işık kaymasında kamaşan gözümle, vedalaşıyorum kendimle. O anlarda ben ben değilken istediğim her şeyim. Ancak kapalı bir yolda yönsüz boşlukta süzülmekteyim.
Kimi zaman bir arayış ile ilerliyor hayat oysa körleşmiş bir şekilde el yordamıyla ne aranıyor ki bu dünyada? Bir mahşerin ortasında, bağrışların voltasında amansız, ihtiyatsız adımlarımda hangi hayattayım yanıtsız meraklarımla?
Bir yitik cennet tasavvurundan kopmuş ücra yerlerde soğuk nefeslerde birikmiş yorgun sezgilerdeyim. Kendine sağırlaşarak hakikatlerin sağanak yağmurunda, kendimi bıraktığım teslimiyetteyim.
Ya Rabbi dönüşleri sende daim kıl diyorum gözlerimi kapayarak usulca. Yeniden doğmak ister gibi sağ elim göklere sol elim yelere bakıyor. Zamanların eskittiği keyfiyetlerde içime kenetlediğim cümlelerde bir değişim mi yaşam? Yoksa her yaş biraz daha mı bende bitmeyecek o kızıl akşam…
Günler, saatler avcumda parçalanıyor. Yitik amber kokulu bir yaşam kendi sesiyle duvarlarda yankılanıyor. Bir Kevser havuzu ferahlığına erişmek için dilekler, ırmaklarda yıkanıyor. Bir ömür an be an tefsirini yaprak yaprak önüme seriyor.
Ömür denilen bu mu? Parçalanmış kimliklerim, bir hançer yarasından hallice. Sırtlandığımız yüklerin ağırlığı kalır mı üstümüzde? Kaç feveran kopar dönüşlerde? Yorgunluk ile serilen bir beyaz örtü gibi yığılıyorum yılgın çöküşlerde…
Çıkmaz bir sokaktayım işte. Demir kapanların ortasında kendi beyaz gecemde bir rüya senfonisine dalar gibi o yerde tüm hüzünlerimi, acılarımı yaprak gibi döküyorum yerlere. Tefsirinde kemale ulaşmak adına dinliyorum rüzgârın sesini… Alıp götürsün diye kesik nefesleri..
Ne kaldı benliğimde bilmiyorum. Belki fani bir kum fırtınasında savruluyorum. Belki baki bir sonsuzlukta kayboluyorum. Bilmiyorum nedir beni bende kaybettiren bunca vakti dert potasında eriten?
Aynada görüntümü hayal ederken hızlı bir dönüşte tek bir çizgi gibi görünüyor suretim. Sonsuz ufuklara dokunur gibi kendimden sıyrılıp unutuyorum yerimi, cismimi, resmimi.
Unutmak adına yaşıyorum sanki her şeyi. Zamanların cümlelerini, sezgilerin gerçeğini. Dünyadan ufalanarak çekildiğim hayatlar adına yitik bir mersiye tutup hicaz makamında siliniyorum. Aynada yalnızca gözlerim, kendimde hiçliğim kalıncaya kadar bir sona varıyorum sonsuzluk adına.
Oysa hangi yaşam unutulmak adına yaşanır? İnsan yaşamsız yorgunluklarda kaç defa sınanır? Sorgulamak ne işe yarar? insan ki bu dünyada bir nokta hüviyetinde yaşar.
Dünyanın çıkmaz sokağı bana ait yollarıma çıkarıyor. Her sapakta bir dönüş ile hayat kendi manasını sunuyor. Yunus gibi kalplere;
“Gelse cemalinden vefa,
Yahut celalinden cefa,
İkisi de şu gönlüme sefa,
Kahrın da hoş lütfun da hoş.”
demeyi öğretiyor.
Her daim muhabbetle…