Yıllar geçse de kalan izler vardır. Zaman zaman parmağını gezdirir insan üzerinde. Kanatmak istercesine.
Kanar, yanar yaralar…
Yanaklarına gülücükler kondurur, dışını süsler, yürür insan… İçini bilen tek tüktür candan. Sırlarına ortak olan, muhtemelen geçmişinde var olan. Akan zamanda yanında beliren yeni dostlara bahsetmek güçtür eski izlerden. Eskinin izleriyle belirmek istemezsin hafızalarda, yeni izler peşindeyken. Onlar içindedir arada bir yoklar seni, parmağını gezdirir anarsın bazen saygıyla, bazen öfkeyle ancak her dem hüzünle…
Zaman zaman parmağını gezdirir her insan yaralarının izinde. Tozunu almak ister belki de ruhunun. Hatıraların tozları sarsın, sarsılsa da varsın olsun… Çok şey borçludur onlara. O izler bugünde ki benliğinin dokusunu işlemiştirler. İçine işleyen acılardan büyür en çok insan. Yok, saymak ihanet olur kendine. Geçti demek geçirmez… Geçti demekle geçilmez… Geçenler geçmişte kalmaz. Ruhunda izleriyle vardır her anında, yanında.
Zehra yıllarca yanağındaki izin yarasıyla kuşandı. Her yeni güne yanağından atılan bir ilmekle doğdu. Zeytin ipliğiyle hayat çeyizine dokunan, yüreğinde en dokunaklı şarkı olan, asla yiyemediği zeytinden armağan. Elmacık kemiğinin üzerinde katran karası bir siyahlıkta tüylü doğum lekesi, yaşamının karanlık günlerinin timsali.
Aklı erdiğinden, kendini bildiğinden beri tüm arkadaşlarınca dalga meselesi, doğduğuna pişman eden izi… Kapatmak için ne çabalar sarf etti… Saçlarından uzunca kâkül bırakırdı elmacık kemiğinin üzerine, izine perde niyetine. Ufacık rüzgârda açılır, gördüğü bakışlarla ruhuna izinden yadigâr sızı bir ilmek daha attırır…
Yılları “Zeytin mi yapıştırdın suratına” sözlerinin muhatabı olarak tüketti. Ailesi “Sana çok yakışıyor. Takmasana ayrı bir havan var işte” laflarıyla avutmak istese de dışarı çıkana kadardı rahat nefes alışı. Babaannesinin “Hep ananın yüzünden evliya izi oldu sende. Hamileyken yatırlara gidilmez dedim de dinletemedim. Hadi gitti, bilmez mi elini sürdüğü yere evliya izini bırakır.” Söylemleriyle bir süre annesine düşman bile kesildi. Ya dedesi bir gün gizli gizli zeytin yerken görmüş annesini. Yüzüne her baktığında, hep ondan der de başka kelime bilmezdi.
İsyan ettiği bir gün annesi nihayet gözyaşlarıyla doktorun kapısına götürdü. Oda suçluluk yükünden kurtulmak istiyordu. Gerekli incelemeleri yapan doktor, izin kanser riski taşıdığını hemen alınması gerektiğini söyledi. Zehra’nın kanser olma riski umurunda değildi. Bu izden kurtulma ihtimali doğurduğu için minnet bile duyabilirdi. Umutla girdiği operasyonda hafif izleri kalsa da o çirkin görüntüden kurtulmuştu sonunda. Rüzgârın karşısında özgürce yürümenin tadını çıkardı. Yılların yalnızlığını üniversitede onlarca arkadaş edinerek giderdi. Öfke nöbetlerinden sıyrıldı. Kimseyi incitmeyen, merhamet dolu kalbiyle naif bir insan olarak tanındı. Geçmişteki izi bugündeki naif ruhunu oluşturmuştu.
Bazen aynanın karşısına geçer, elmacık kemiğindeki hafif kalan izlerin üzerinde gezdirir parmaklarını. Ellerine tüy değmemesi mutluluk sebebi.
***
Bir sabah alınan doğum izinin yerinde şiddetli bir kaşıntıyla uyandı. Korku ruhuna dolandı. Yeniden izi çıkıyor olma endişesini tüm hücreleri kuşandı. Doktora nasıl vardı? Kendini nasıl anlattı? Hiç bilmiyor o anlarda neler yaşadı? “Kanser nüksetmiş” dedi bir doktor. “Şükür” dedi ruhu izim geri dönmüyor…
Tedavi süreciyle işinden ayrılmak zorunda kaldı. Arkadaşlıkları koptu, sahteymiş hepsi dedi, sustu. Geçmişten yadigâr bir iki candan dost kaldı. Onlardan da kendi uzaklaşmak istedi. Artık geçmişin izlerinde dolanan yalnız bir Zehra vardı.
***
Kalabalık bir caddede tuttuğu evinde bir başınaydı yine. Yalnızlığına aradığı çareler tükenmek üzere. Onca emek tutamadı bir değnek. Bir kedi aldı kendine, mama verdiği sürece değiyor oda ellerine. Bir vebalı gibi kalakaldı ortalık yerde. Hüznün kaçıncı perdesinde kendini izliyordu? Bilmiyordu… Bu kaçıncı durak? Nerede son bulacak?
Acı bir karnavalın içinde geçen, geçmiş izlerinden daha ehvaldi şu halleri. Şükrettiği şeyin yanlışlığını, yalnızlığında ancak kavrayabiliyordu. Her şeye razıyım deyişi, önünü görememenin boşluğunda mı dökülmüştü dudaklarından? O zamanki aklıyla ermiş olması lazımdı bu zamanki muradına. Dilekler önemliymiş meğer. Onu da yeni kavradı.
Balkonda otururken şehrin gürültülü trafiğinde geçmişin izlerinde dolandı bir süre. Yaşamdan tüm izlerini silmek doğdu içine. Düşünmeden kalktı, mutfağa vardı. Eline aldığı bıçakla hızla anlık verdiği kararı uyguladı.
Bileklerine çizdiği ince uzun çizginin kırmızıya dönüşünü izliyordu. Gidemediği yolları koluna çiziyor, yaşayamadıklarının zehrini akıtıyordu. Yeter diyemediği geçmişin izlerinde boğuluyordu. Yetin diyen haykırışlar, yetinememenin kıvranışlarıyla yoğruluyordu. İnce bir sızı… Sonun yası… Yaşamın anlamsızlığı… Akıyordu bileğinden zemine.
Katran karası izi artık yoktu… Dünyaya bıraktığı son izler… Kan kırmızısı lekeler…