Turnalar gittiler Abim.
Turnalar,
Denizaşırı, gün yorgunu kanatlarıyla.
Bizi buralarda öylece bırakıp,
Göğe çivili bakışlarla,
Bulutlarla…
Ve bir avuç gökyüzümüzü alarak,
Kanatlandılar…
Memleketime benziyordun sen,
Bir yanın sarı sıcak,
Bir yanın çatlamış toprak,
Bakışların ıslak ıslak kardeşim.
Hüzün kokuyordu o vakit şehirler.
Caddeler ıslanmamıştı daha.
Issızlığımıza benziyordu geceyarıları.
Kumral kadınlara sevdalanmayı bilmiyorduk henüz o zamanlar.
Ne desem bilmiyorum Fethi Abim.
İnsan,
Sevdası kadar mahzunlaşıyormuş meğer.
Ve geriye kalan,
Tahtaları çürümüş bir masada,
Bayat bir çay içerken yapayalnız,
Yanmakmış sırılsıklam.
Gerisi yalan…
İnce bir İstanbul yağmurunun altında,
Bir elin cebinde,
Bir çocuğu sever gibi diğer elin.
Ve bu insanlar Fethiciğim,
Bu otobüs dolusu,
Gün yorgunu insanlar;
Bir nehirde akar gibi,
Yatağını arayan su gibi,
Senin gibi,
Benim gibi nereye giderler böyle?
Ve Fethi Abi bağışla
Bir vedayı bile sana çok görmemi,
Kapılarda bekletmemi seni,
Bir yol tutarken adımların,
Acı hatıraları bir yaprak kağıda sığdırıp,
Sana postalamamı hatırlatma bana.
Ve ıslanırken,
Ümraniye’nin herhangi bir bankında,
O zamanlar sen,
Bu şiiri geç kalmış bir özür olarak kabul et.
Affet…
Otobüs garları hüzün kokar.
Her gidiş bir ömrün tükenmişliği gibidir.
Otobüs camları ayrılığın aynasıdır kardeşim.
Sırtın dayalıdır şimdi senin,
Duvarına bir gecekondunun.
Ve okullar,
Ve çocuk şarkıları,
Kuş cıvıltıları özgürlüğün nefesidir.
Ve aç kalmış bir çocuğun hıçkırığı içindir tüm kavgamız,
Kavgamız var olma sebebimizdir.
Bilirsin.
Mahalle maçları,
Çocukluk oyunları ve komşular.
Ve ikindiye kadar tutabildiğimiz oruçlar,
O kadar uzak ki artık Fethi Abi.
Bayramlık ayakkabılarımızı birbirimize gösterir,
Daracık sokaklarda yürürdük afili.
Ve o sokaklar yok artık,
Yıkıp sağını solunu,
Hiçbir çocuğun ortasından yürüyemediği,
Asfalt dökmüşler ayak izlerimize.
Sonra sen pılını pırtını toplayıp,
Diğer mahalleye taşındın zamansız.
Fırça saçlı, kalın dudaklı kardeşim benim.
Sen gittiğin gün ben büyüdüm.
Ve o günden sonra,
Hiçbir bayram,
Ayakkabı almadım kendime Fethiciğim.
Utandım,
Caddelerde yeni ayakkabılarla afili yürümekten.
…
Ah Fethi Abi!
Bilsen ne çok benzedim sonbaharlara.
Dalından düşen yapraklara,
Kördüğüm hıçkırıklara,
Yarım kalıp bitmeyen sevdalara.
Damla damla tükenen nehirlere,
Ve en çok da,
Sana…
Senden sonra,
Kavgalara bulaştım yapayalnız.
Çok dayak yedim,
Kumral ve kıvırcık saçlı bir kız sevdim,
Kederlendim.
İklim iklim dolaştım sonra.
Köy köy, kasaba kasaba aradım çocukluğumuzu.
Sonra,
Mavisini yitirmiş bir denizin kıyısında oturup,
Bütün gemileri yanan,
Mağlup bir korsan gibi,
Denize karşı hüngür hüngür ağladım.
Şehrin sarı ışıklarından gizledim yüzümü,
Dalgalara karıştı gözyaşlarım.
…..
Issız bir ormanda,
Tabutum olacak ağacı bulup,
Sarıldım Fethi abi.
Ve bir yağmur gecesi,
Turnaların terk ettiği bir kentin,
En büyük meydanında,
Sırtımı dayadım sırılsıklam kaldırımlara.
Her bayram öncesi,
Kucağında yeni elbiseleriyle uyuyan,
Ülkemin çocuklarını düşündüm öylece.
Ve sana hep kısa gelen,
Ter kokulu,
Siyah-beyaz formanı astım bulutların sırtına,
Kardeşim benim.
Ben de,
En güzel düşlerimi bırakıp tüm çocuklara
Taşınmayı düşünüyorum buralardan.
Tadı kalmadı bu mahallenin senden sonra
Ve düşlüyorum abi boylu boyunca.
Sahil boyu yollar kalabalık,
Bir limana götürüyor beni ayaklarım.
Senin elinde kırgın bir menekşe ,
Yine gözlüğünü unutmuşsun bir yerlerde.
Titreyen ellerinle bir sigara yakıyorsun.
Dumanı kaçıyor gözlerine uzak bir dağın.
Ve hala mevsimlerden yazı seviyorsun,
Çocuklar üşümüyor diye.
Ah güzel abim benim.
Bu gemi nereye gider?
Sen bilirsin öyle şeyleri,
Meraklısındır yani,
Kaçırmazdın seferleri.
Çocukluğumuza uğrar mı dersin,
Günün birinde?
Turnalar diyorum Fethi Abi.
Turnalar gittiler.
Turnalar,
Denizaşırı, gün yorgunu kanatlarıyla,
Beni buralarda öylece bırakıp,
Göğe çivili bakışlarla…
Bulutlarla…
Bir avuç gökyüzümüzü ve seni alarak,
Kanatlandılar…
Ah!
Abim benim.
Gözlerimde…
Gözlerimde med- cezirler.