Işıklı düşleri vardır benim öykülerimin,her sabah güneşi sarıp sarmalamadan gelemezler kendilerine. Sözcüklerim boylu boyunca yayılır ya bir denizin arsız mavisine ya ormanların sevda yeşiline… Sevmeden duramaz kalemim, bir ucunda hep yürek çarpıntısı. Duyguların şenliği vardır pazar yerinde. Sözcüklerim serpilip de dans edince karnavallar şenlenir bu şehirde. Şehrin ışıkları başka yanıp söner. Damakta kalır, pamuk şekerin pembesi. Anılar sıralanır tek tek bir yerlerde allı morlu, işveli…
Dilimin ucundakiler bir çırpıda düşer bazen,aniden şenliğin ortasında yağan yaz yağmuru misali. Tatlı bir serinlik verir aslında ağustosun kavurucu sıcağında; ıslanınca gülümser, gök kuşağını ararsın düşlerimin arasında. Yürek desen sevda yeri. Elbet aşıklar da vuslata erer benim gönlümde. Sürgüne de gidilir pek tabî, Magosa’ya, Trablusgarb’a hatta tâ Fizan’a… Mühim olan vuslata ermenin hayali değil mi? Koynunda taşıdığın bir fotoğraf yetmez mi sevgili? Her sevda taşlı yollardan geçer. Gemilerle denizler aşar, çöllerde sıcaktan kavrulur kimisi… Mecnun’u Mecnun yapan Leyla mıydı sahi? Ferhat niye deldi dağları? Kerem küle döndü aşkından… Hamdı, yandı, pişti sevda! Yol belliydi en başından, yola verdi maşuk kendini. Nasip olur mu sahi kalbe düşen her düşe böylesi?
Bir öykü daha yazıldı geceye varınca gün. Vuslata erdiler. Düğün var bu gece öykülerimde. Şıngır mıngır oynuyor eş dost köy yerinde. Sabaha yorgun düşse de köy ahalisi, gelinin al al yanaklarında sıcacık mahcup bir gülümseme. Yok ötesi berisi…