İnsanları birbirine düşman eden tek ayrıntı fikir ayrılığıdır. Bu yüzden sonu gelmez düşmanlıklar çıkar, bu yüzden sonu gelmez kanlar akar ve her yeni fikir ayrılığında yeni savaşlar doğar. Bu sonsuz bir döngü gibi, ancak fikir ayrılığı yüzünden kalp kırılır, kavga edilir, tartışılır ve insanlar ölür.
Fikir ayrılığının en büyük sebebi ise aslında herkesin kendisini haklı görmesinden kaynaklanır. Kibir bunlara çanak tutar, benlik duygusu ise buna yardımcı olur. Dünyayı baştan aşağı yıkıp geçen de, iyilik ve kötülük savaşı da bundan değil midir? Herkes kendine göre iyidir ve herkesin iyilik anlayışı da kendine göredir, öyleyse kötülük nasıl ayyuka çıktı? Sorgusuz sualsiz yapılan hayasızlıklar, eğer herkes haklıysa, herkes iyiyse, kötülük nasıl var oldu? Sonu gelmez savaşları düşünün, insanların normal hayatları sürüp giderken bir anda kaosa dönen hayatları düşünün, yerinden yurdundan edilen insanları düşünün, en yakınlarını saatler içinde kaybeden insanları düşünün, patlayan bombalarla kaybedilen canları ve yıkılan haneleri düşünün, savaşı körükleyen öfke de bunun sonucunda oluşmadı mı? Dünyada iyiliği ön plana çıkarmayan tek bir din yokken, melek ve şeytanın savaşını bilmeyen tek bir insan yokken, iyilik ve kötülüğün arasındaki farkı bilmeyen tek bir aklı selim yokken bu ortamı yaratanları destekleyen de kimler?
Oysa hayat her zaman basitti, doymak için yetiştirilen bitkiler, su verilen ağaçlar, beslenilen ve bir şeylerinden mutlaka yararlanmak için özenle bakılan hayvanlar, yapılan bir hane ve yavaşça oturan yaşamın doğallıklarında evlilik, doğum ve ölüm. Tarihin bilinen zamanlarından bu yana insanların tek dertleri bu sayılan değerlere ulaşmak değil mi? Sonra vadedilen cennete kavuşmak?
Peki hal böyleyken, bütün dinler böyleyken, sonu gelmez karışıklıkları, savaşları destekleyen de kimler?
Hayatın temel ve basit kuralları ortadayken, zenginliğin tamahkarlığına aldanıp alt tabaka ahaliyi ezerek yükselmek için çaba gösterenlerin bu kaosta suçu yok mu? İnsan kavgasız olmaz, hayat da savaşsız olmaz, fakat niçin ve neden?
Yaşayan herhangi bir insana ölümü verebilir, onun canını alabilirsiniz, bu çok basittir, fakat ölü bir insana yaşamı verebilir misiniz?
Öyleyse herkes öte dünyada cennete girmek isterken, cehennemin yegane odunu olan kötülüğü sahiplenerek bunu neden yaparlar?
Makul bir insan böbürlenmeye gerek duymaz, küçük görmeye gerek duymaz, hiç kimseyi hor görmeye ve küçük görmeye gerek duymaz, aldatmaya ve yalancılığa gerek duymaz, ne dinine, ne de vatanına ihanet etmez, zira makul bir insanın tüm bunlara ihtiyacı yoktur, o sadece üslubunca yaşar, karnını doyurur, ailesine sahip çıkar, ibadetini yapar ve sabah işe gitmek için akşam vakitlice yatar.
Ancak tamahkar insan kötüdür ve zafiyetleri vardır. Sonu gelmez hırsı “Savaşta her şey mübah” anlayışıyla onu her kötülüğe iter, asla zengin içerikli sofradan “Doydum” diyerek kalkmaz ve mütemadiyen daha fazlasını arz eder. Talebi karşılanmadığı zaman gücünü göstermek için daha da kötü olur, zenginliğine zenginlik kattığında daha da zenginlik ister. Bir toprak elde ettiğinde daha fazlasını ister, sonu gelmez bir tamahkarlık ile muazzam bir zenginlik içinde de olsa yaşamın sonuna kadar güç için sürekli kavga ve savaşın içinde olur. İyilik ise onun için parayla satın alınabilecek kadar kolay ve küçük ayrıntıdır.
Bu aslında bir hastalıktır, çaresi olmayan hastalık, sonu gelmeyen hastalık. Firavun da bu hastalığın kurbanı olmadı mı? Bir yerden sonra haşa, “Ben Tanrıyım” demedi mi?
Öyleyse iyilik dururken kötülüğü neden tercih ederler, aydınlık varken neden karanlığı tercih ederler, neden yaşamın iyiliğini temsil eden melekler varken, kötülüğe sapmış melek olan şeytanı desteklerler.
Herkes ama herkes hayatını sorgulamalı, bir amacının olup olmadığını sorgulamalı, tercihen tarafını seçmeli ki, iyi mi yoksa kötü mü olduğunu anlayabilmeli. Aksi halde kötülük yaparak yaşadığını anlamayacak ve cenneti arzulayarak yaşamının doğru olduğunu savunacaktır. Zira bu sonu gelmez karışıklıklara, kaosa, kine, düşmanlığa, tamahkarlığa, yalana ve kısacası tüm kötülükle özdeşleşen duygulara belki farkında olmadan dolaylı yoldan destek olmuş olacaktır. Bu desteği bazen bir duygu ile bazen de ateş ve barut ile olacaktır işte böyle yaparken günün sonunda güya kendince iyiliğe hizmet etmiş olacaktır. Kazandığına “Nasip”, kaybettiğine “Kader” diyecek, şüphesiz makul insan için bu geçerli bir mazeret, fakat onun için kabul edilebilir değildir. Nasibinin daha fazlası için çaba harcayacak, kaderine kötü diyerek onu kendine uyana kadar çaba harcayacak ve “İyilik yaptım” sanarak yine kötülüğe hizmet edecektir. Hâlbuki gerçek iyilik güzel kalplerde, bazen derinlerde, kıldan ince vicdanlarda saklıdır. Bunu çıkarıp kullanmak ise kişinin kendi öz ve hür seçimine kalmıştır.
Dikkat edin, her şey ayrıntıda gizlidir, siz de “İyilik yaptım” sanarak bir yerlerde kötülüğe çanak tutmuş olmayın, hiç kimsenin doğrusu kötülük olamaz. Sonra nasibi de değiştiremezsiniz, sonunda gelecek kaderi de, akabinde yaşantınızda olumlu veya olumsuz her şeyi yaratıcının üzerine atmayı, onun kaderinizin yegane suçlusu olarak göstererek yine kendinizi haklı çıkarmayı düşünmeyin, zira o bunun için çoktan insanlığa sözünü söyledi.
Her insanın amelini (veya kaderini) boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.
(İsra Suresi / 13. Ayet)