Kalemi eline alan yazıyor; ağzı olan konuşuyor. Beylik sözlere gelince mangalda kül bırakmıyoruz. Aforoz edebiliriz her şeyi belki ama bilgelik sözlerle olmalı. Bıkmadık mı içi boş kendisi kalabalık sözlerden-cümlelerden. Herkes her şeyi biliyor sanki. Kimsenin üzerine ekleyecek bir şeyi yokmuş, son sözmüş gibi noktalıyoruz. Oysaki madalyon ikiyüzlü (taraflı). Her şeyin bir tezadını bulabilirim gibi geliyor. O zaman neden her konuda kesin konuşuyoruz? Neden her konuda bilgimiz olduğunu iddia ediyoruz ki? Dünyanın her türlü hali olduğu gibi bir gün bildiğimiz de yalan olabiliyorken kati konuşabiliyoruz. Her hipotez çürür, çürütülebilir. Sana göre olan bana göre öyle değilse peki, o zaman hangimiz daha gerçek bilebilecek miyiz?
İnsanlar korkar; inandıklarının diğer yüzünü görmeye, tabularının yıkılmasından ölesiye korkarlar. Belki de o yüzden ihtiyaç duyarlar beylik sözlere. Kati suretle böyle olmalı, bundan başkası olmaz gibi kendilerini de karşılarındakini de çıkmaza sokarlar. Neden tek yol, neden başka suret olmaz; hangi konunun hangi kanunudur bu? Belki başka bir yol vardır, belki de yeni bir yol açılacaktır; belli mi ki? Kestirip atmak diyoruz biz buna. Benimle tartışmaman için kesin bir sav sunmam gerek. Belki de insanın kendini koruma içgüdüsündendir bu kim bilir. Konuşurken veya yazarken çok bonkörüz; mangalda kül bırakmıyoruz.
Peki ya yaşarken; bütün beylik sözcüklerimize uyabiliyor muyuz? Köşeyi döndükten sonra sözle olmasa da davranışla, beden diliyle yalanlıyorsak söylediklerimizi; o zaman neden kesin konuşuldu diye düşünüyor insan. Ayakları yere bassın istiyoruz her sözcüğün. Havada asılı kalan hiçbir cümle veya yazına güvenemiyoruz. Belki de gerçek tek değildir; durumlara, mekâna, zamana, kişisine göre değişiyor olabilir. Gerçeğinde evirilebileceğini kabul ediyorsak madem neden ölümüne savunmak savları diye düşünüyor insan. Şu andaki tek gerçek kendimiz gibiyiz. Evirilişine göre bir de içimizde biz. Hani o her şeye itiraz eden ya da acaba diyen iç sesten ibaretiz işte. Bırakmaz asla peşimizi kendimize yakışanı bulana kadar.
Tartışmak, konuşmak gereksiz demiyorum; fikirler önemlidir tabii ki. Gün içerisinde ne kadar çok gereksiz ve anlamsız çatışmalar yaşıyoruz kim bilir. Akılda soru işareti bırakacak o kadar çok şey biriktiriyoruz ki. Zihnimizi meşgul eden soru işaretlerinden sonra hükümsüz geliyor sözcükler. Neden orta yol bulamadığımızı soruyorum sadece. Her şey ya siyah ya beyaz mıdır ki bizim de orta yolumuz olmasın. Maddesel olan kısımları ayırarak söylüyorum tatbikî bunu; eşyanın bir tabiatı olduğunu bilerek. Bazen hiçbir şey bilmiyormuş gibi hissetmiyor mu insan kendini ya da doğrusunu bilmiyormuş gibi. Ne peki bize öğretilenler, nedir bu kadar kesin kılan her şeyi. Sınırlarımızı biraz zorlasak olur belki. Çokça okusak, çokça araştırsak. Bütün verileri bir araya getirip; hata payını da bırakarak karar versek diyorum sadece.
Dayanağı olmadan kişiler; bana göre, bana öyle geliyor diye cümlelerine başlayıp da nasıl o sözcükler kendi fikirleri değil de bir araştırma sonucuymuş gibi iletiliyor o kısmını anlayamıyor insan. Dayanağı olanlar da ise şöyle bir şeye dayanıyor; o yüzden buradan yola çıkıyorum ibarelerini duymak, okumak istiyorum nedense. Üst perdeden, büyüklenerek; başka bir alternatifi yokmuş gibi konuşulması ve yazılmasına karşıyım aslında. Bunu düşünerek beylik değil bilgelik cümlelerle donanmak gerektiğini düşünürüm hep. Her şeye itiraz ederek elimize hiçbir şey geçmeyeceğinin farkındayım.
Herhangi bir düşünceye katılsam da katılmasam da haklılık savaşına dönmemeli. Bir yerden sonra güç savaşına dönen tartışmalar nedendir bilmem sevimsiz gelmiştir hep. Bu tarz konuşma ve tartışmalardan uzak durmak her zaman daha mantıklı ve daha huzurlu gelmiştir. Bunlar bana çok bir değer katmayacağını düşündürür zaman zaman. Sırf sesini yükselttiği için biri haklı olmaz, daha vurgulu söylediği için, altını çizerek yazdığı için mesela haklı olmazsınız. Sözcüklerin gücüne ve tesirine inanıyorsa bir insan zaten büyük büyük hecelerle söylemez. Anlamlıysa ve dayanağınız varsa; bilgelik sözcüklerle donatıyorsanız kendinizi, telaşsız bir cümleniz de yetecektir ifade etmek istediklerinize.
Önemli olanın karşılıklı fikirlerin belli bir süzgeçten geçirilerek düşünce birliğine varılmasıdır. Siz başka sazda karşınızdaki başka sözde olur tersi durumda. Havada asılı bir sürü cümle ve soru işaretleri dolu muamma bir konuşma veya yazınla kalakalırız ortada. Sizin bildikleriniz, gördükleriniz, fikirleriniz var evet ama bunlara karşınızdaki de sahip. Karşınızdakini elemine edecek konuşma ve yazınların kimseye katkısı olmayacağı kanaatindeyim. Bunca karmaşanın içinde sırf ön plana çıkmak ya da karşıdakini küçük düşürmek için; konuşmak için konuşmak ya da yazmak için yazmak yanlış geliyor bana. O yüzdendir ki beylik sözleri bir kenara bırakıp; bilgelik sözlerle çevrelenmeliyiz. Elbette fikir ayrılıkları olabilir fakat bu ayrılıklarda bile büyük bir açık ara bırakmamak gerekli.
Alabildiğine konuşur, yazarız. Sonrasında karşımdaki ne anladı, hangi kısmı üzerinde düşündü diye düşünür müyüz? Karşınızdakinin anladığı kadarsa söyledikleriniz; incir kabuğunu doldurmanız gerekmez mi? Hayatı dolu dolu yaşamaya inanmış biri olarak; konuşma ve yazınlarda da böyle olması gerektiğini düşünürüm. Karşımdakine bir şeyler katabilmek ve kendime de çevremden kattıklarımın iyi şeyler olmasını istemek doğal olsa gerek. Her zaman konuşmam da ve yazılarda karşı tarafın ne hissettiğine odaklanan biri olarak daha özenli seçerim sözcüklerimi. O yüzden beylik sözler yerine bilgelik sözlerdir tercihim. Bilgelik sözleri hiçbir şeyle değiştirmeyin size de tavsiyem.
Sordunuz mu delilere? Nedir sizin derdiniz diye? Acının saf halidir. Başta saf ve şekilsizdir. Zamanla katılaşır katılaşır şekil alır. Döner mi insana? Döner Shakespeare, Tolstoy’a. Ağırlar birbirini Aziz’ler Nazım’lar. Aslında hepsi birer saf acıdır. Öyle ya kim yanar da yazar memleketini, memleketine içi acıdığını. Kim dile getirir ki zehri ölümü. Kim kaybetti huzuru da acı çeken deli bir yürek bulsun sözünü. Neydi o der, ne zamandı der; bir yaprak kımıldadı düştü toprağa. Bir toprak kımıldadı düştü suya. Su yağdı tepemizden. Bazen ferah, bazen hezeyan. Bir gün yine bizden gitti de yeni bir söz söylendi mi? Ya yeni bir adım atıldı mı çorak, susuz gönüllere? Biri perde, biri toprak arkası oldu da yeni bir filiz bitti mi? Gün ağardı, gün ayıldı; gün yine bitti; bir bilge söz söylemeden.