Bir şeyleri hiç olmazsa tercih etme lüksüne sahip olduğumuz için kendimizi şanslı hissederiz. Çünkü bu bir özgürlüktür aslında. Bunca sıkışıp kalmışlığın içinde hala tercih edebiliyor olmanın verdiği o muhteşem his… Oysa biraz düşününce vaziyetin öyle bizim sandığımız gibi olmadığı gerçeğiyle yüzleşiriz. Şöyle ki zamanla seçtiğimizi sandığımız şeylerin aslında mecbur kaldıklarımız olduğu gerçeği su yüzüne çıkıyor. Bir şeylere bir şekilde mecbur kalarak seçimler yapıyoruz ve zamanla bunu öyle bir sindiriyoruz ki içimize kendi irademizle bu kararı vermişiz gibi hissetmeye başlıyoruz. İçinde bulunduğumuz dünyanın, çevremizdeki insanların yani ilişki halinde olduğumuz herkesin ve her şeyin etkisinde kalarak aldığımız bu kararlar ne kadar özgür irade ürünü olabilir ki?
Doğduğumuz aileden başlayıp kendi irademizle oluşturduğumuzu düşündüğümüz, iç dünyamızın da bir yansıması olarak hali hazırda var olan çevremize kadar her yanımız bizden bağımsız varlığını sürdürenlerin izlerini taşır. Bu sebeple nasıl ki üyelerinden birisi olacağımız ailemizi seçemiyorsak işte başka bir çok şeyi de özgürce tercih edebilme tasarrufunu elimizde bulunduramıyoruz. Bizi çepeçevre saran dış dünyanın izleriyle dolu tercihlerimiz, özgür irademizle verdiğimiz kararlar olmaktan çıkıp zamanla tercih etmeyi öğrendiğimiz mecburiyetlerimiz haline geliyor. Çocukluktan yetişkinliğe kadar geçen süreçte bir şeylerin savaşını veriyoruz. Bu savaş biraz da kendimiz olabilme savaşıdır. Örnek vermek gerekirse; okul yıllarında ilişki kurduğumuz küçük arkadaş gruplarından daha büyüklerine kadar yaşantımızda hep bir mücadele söz konusudur. Ailemizin istekleri, dönemin gereklikleri, maddi kaygılar vs. gibi birçok etmen bizi biz olmaktan uzaklaştırıyor. Olabileceğimiz ya da olmamız gereken en makul hali kabul etmenin artı yönlerini içimize sindiriyoruz. Yani bazı şeylere mecbur olduğumuzu kendi irademizle yollar belirleyerek benimsiyoruz.
Peki neden bunu öğreniyoruz zamanla? Neden başka bir yol, bir isyan, bir çözüm üretmek yerine mecburiyete teslim ediyoruz kendimizi? Bu sorunun cevabı benliğimizin kendisini asla huzursuz hissetmek istememesiyle alakalıdır. Mecburiyetlerimizi tercih etmeyi öğrenmek, onları hazmedip kabul etmek bize çoğunlukla huzur verir de o yüzden. Aklımızı ve kalbimizi bir şeye inandırmış olmak ruhumuzu sakinleştirir, aykırı olan sivrilen taraflarını törpüleyip dingin bir hayat sunar. Elbette her durumda kolayca kabullenmek mümkün olmayacaktır. Bazen benliğimiz derin yaralarla sarsılırken bazen de kendimizle bile ters düşecek kadar karışacaktır işler. Fakat hayatı yaşanabilir bir hale getirebilmek için bu savaşları vermeli ve içinden sağ salim çıkmayı öğrenmeli insan ne de olsa bu deveyi bir şekilde gütmek gerekiyor çünkü ne yazık ki kendi irademizle diyarı terk etmenin zamanını belirleyebilmek öyle çokta kolay iş değil!
Başımıza gelenleri anlayabilmenin, yolumuza çıkanları selamlayabilmenin, gideni uğurlayabilmenin kolay yolu olanı kabullenmekmiş gibi görünüyor… Gerçek şu ki nasıl olursa olsun özgür iradenin insana huzur veren bir yanı var. Hayatımızın sorumluluğunu üstlenerek yaşantımıza yön vermiş olmak gücü mutlu ediyor dahası kendini gerçekleştirme dürtüsüne hizmet ettiğinden insanın içini rahatlatıyor. Kısaca; eğer mutluluğu hedefliyorsak yaşama dair umut etmeyi, olduğumuz halimizle kendimizi sevmeyi ve her şeye rağmen vazgeçmeden yola devam etmeyi öğrenmeliyiz.
Kendimi gerçekleştirme konusunda
İlerlemeye çalışıyorum yazınızı çok beğendim teşekkürler
Umuyorum hedeflediğiniz noktaya ulaşırsınız. Çok teşekkür ederim ilginize 🙏🏻