Kaderini sev, çünkü kaderin hayatındır.
”Tanrıların, hep yeniden aşağıya yuvarlanacak olan taşı tepeye çıkarmakla cezalandırdıkları Sisifos, cezasını bilinçli kabullenmiştir, tekrar yuvarlanacağını bildiği halde taşı bütün gücüyle yukarı taşır. Saçma kavramını işte bu noktada tanımlayabiliriz: Boşuna olduğunu bildiği halde direnen insan. Yaşamın anlamı ancak, dünyanın saçmalığını ve yenilginin daima tekrarlanacağını bile bile kötüye direnmek olabilir, insanlığa gerçek boyutlarını ancak bu başkaldırı kazandırabilir.”
(Sisifos Söyleni/Albert Camus)
Yaşadığınız hayatı en ufak ayrıntıları dahi değişmeden tekrar yaşamak ister miydiniz? Sonsuzcasına tekrar eden bir döngü ile her ayrıntı tekrar tekrar karşınıza çıksaydı, iyi ki der miydiniz? Nietzsche bunu şöyle açımlar:
“En büyük ağırlık- Ya bir gün, belki de bir gece, bir iblis ruhunun en derin yalnızlığında seni yakalayıp dese ki: Şimdi yaşamakta olduğun ve bugüne kadar yaşadığın şu hayat, bir kere daha ve sayısız kereler yaşamak zorunda kalacağın hayattır; yeni hiçbir şey olmayacak, tersine hayatında sözcüklere sığmayacak kadar küçük ya da büyük ne varsa, her acı, her sevinç, her düşünce ve iç çekiş, hatta bu örümcek ve ağaçların arasından 11 beliren şu ay ışığı ve hatta şu an ve ben kendim, hepsi aynı sırayla ve aynı sonuçlar üreterek, sana geri dönecek. Varoluşun kum saati sonsuza dek tekrar tekrar ters çevrilecek ve sen onun içindeki bir kum tanesinden başka bir şey olmayacaksın! Şaşırıp kalır, sonra dişlerini gıcırdatıp böyle söyleyen iblise lanet mi okursun? Yoksa “Sen iyi birisin ve ben şimdiye kadar bu kadar ulvi bir şey duymadım” yanıtını verdiğinde yaşayabileceğin o muhteşem anın keyfini mi çıkarırsın? Eğer bu düşünceye kendini kaptırırsan, seni değiştirecektir ama belki de ezecektir… Kendine ve hayata karşı, bu nihai onay, bu mühürden başka hiçbir şey için bu kadar yanıp tutuşmayacak hale geldiğin oldu mu?”
Yazının başlığı, Amor Fati, kaderini sev anlamına gelir. Tabi bu mana, bize bir katlanma halini değilde, yaşamı kabul etmeyi öğütler. Yaşamın bir kerelik olduğunu düşünmek ve üzerine fikirler inşa etmek.
Hepimiz kendi yaşamımızı sahipleniriz; lakin sahiplendiğimiz tüm yaşantılarımız değil sadece BEN diye tabir edilen, ilişkisel ağların toplamını ifade eden bir tanıklık halidir.
Yaşamın geçiciliği üzerine düşünmek, bir tek başınalık halini de beraberinde getirir. İnsan, seçili yalnızlıkla baş başa kalınca, yaşamı daha istenilen biçimde inşa etmenin üzerine bilinçli bir yönelimle düşünmeye başlar.
Sokrates, “Sorgulanmamış yaşam, yaşamaya değmez” derken, imlediği nokta yaşamın seçilmesidir. Peki yaşam nasıl seçilir? Başımıza gelen şeylere nasıl karışılık vereceğimizi seçerek. Yaşamı kabul ederek. Biliyoruzki, yaşamda kontrol edebildiğimiz alanlar kadar, kontrol edemediğimiz alanlarda vardır. Ve buradaki nüans nokta, kontrol edemediğimiz alanlarda olan-biteni dahi yaşamla ilgili değiştirilemeyen olarak kabul etmek. Köleliği seçemeyebilirsin, lakin köleliğin zorluğuna katlanmayı özgürce seçebilirsin.
J. Paul Sartre, insan özünü özgürce belirler, önceden belirlenmemiştir derken; sanırım anlatmak istediği bizi çepeçevre kuşatan toplumsallığın reddedilişi-olmayışı değildir. Toplumsallığın pırangalarını fark ederek yaşantımızı, eylemlerimizi seçmektir. Çünkü her ne olursa olsun insanın durduğu yer bir tercih noktasıdır. Ve yaptığımız tercihle ya yaşamımızı değer verdiğimiz yönde kurarız ya da bir yaprak misali rüzgar nereye savurursa oraya sürükleniriz.
Ve tekrar başa dönelim: Seçmediğiniz, ayrıntılarına kafa yormadığınız bir hayat sonsuzcasına tekrar etseydi, siz her döngüde bu yaşamın öznesi olmak ister miydiniz?