Aslında “Adım neydi?” , “Soy adım?” diye sormalıyım biliyorum. Çünkü cebimizde taşıdığımız kimliğimiz kadar yakın bize. Tıpkı sabah kahvaltısının, öğle güneşinin, mevsimlerin, suların, havanın, atmosferin varlığı gibi gerçek…
Hayat maratonunda; ihtiyaçlar ve çözümler sentezinde verilen uğraşlar içerisinde en başa koymamız gereken bir gerçekten bahsediyorum desem… Hastalığın çözümü ilaç, günahın tövbe, kazanın belanın zekat, peki depremin… İşte insanın kendine yakıştırmadığı, düşüncelerinde uzak durmaya çalıştığı modası hiç geçmeyecek insanoğlunun kendisi kadar gerçek deprem…
2020 yılında gerçekleşen Elâzığ depreminin akabinde “Büyük Deprem Kaybolan Umutlar” kitabını yazan bir yazar olarak asıl amacımın bizim romanımızı yazan depreme misilleme olarak, onun romanını yazdığımı kimse bilemedi. Raflarda bekleyen kitabıma bakan okurların; “Biz zaten yaşadık, neden okuyalım?” diyerek ellerinin tersiyle ittikleri o kitap yaşananı değil, yaşanacak olan depremleri anlatıyordu aslında. Bizi anlatıyordu, depremin olduğu ilk haftada ülke gündeminin en birinci maddesi olan “Deprem Gündeminin” ilerleyen süreçlerde kolay unutulduğunu anlatıyordu. Bir zaman sonra enkazdan çıkan Semra’yı değil, bir çarşaf gibi değiştirilen sevgililerin haberleriyle çalkalanacak olan sahte medya gündemini anlatıyordu. Günden güne gazete manşetlerinden, küçük kutucuklara kaydırılan deprem haberlerinin , bir zaman sonra arka sayfalara doğru kaydırıldığını, ve sonra da unutulduğunu anlatıyordu. İnsan ne kaderinden kaçabilirdi, nede gerçeklerinden.
Her gecenin bir sabahı gibi, Türkiye coğrafyasının deprem denilen bir gerçeği vardı elbette. Göz ardı edilmeyecek, unutulmayacak bir gerçek.. Maalesef buna rağmen göz ardı edilen ve unutulan…
Aslında enkaz altında bir insanın en çok yapamadıkları kalır derler, öyle ya zamansız gelen depremin amansız yankıları ve yaşattıkları kanatır durur yürekleri. Ahlar içinde; keşkeler çoğalır, eyvahlar artar…
Sağlam binanın, sağlam zihniyetler ile gerçekleşebileceği bilimsel bir sentez değil, yaşamsal bir kuraldır. Kâr ve zenginlik düşleyen bazı müteahhitlerin, çaldığı her malzeme çalınan bir insan canına eş değerdir. Maddi zenginlik, manevi fakirliğe neden oluyor ise bu iş iş değil cinayet rengindedir ya da öyle olmalıdır. En acı tablo nedir biliyor musunuz?
- Deprem sonrası yaşanan karaborsa ve menfaat piyasası,
- İnsanlık kimliğinden ödün veren fırsatçılar,
- Gerçeklikle alakası olmayanları kurgulayıp medyaya sunan sahte senaristlerin varlığı,
- Bilgi kirliliği,
- Gereksiz panik, plansız yardımlaşma.
Belki de sayfa sayfa yazılacak onlarca madde. Bizim gerçeğimiz olan bir şeyi hayatımızda yokmuş gibi dışlamak en büyük yıkımımızdır. En büyük hatamız…
Kahramanmaraş Depreminde hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet ve yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Enkaz altında kalan tüm kardeşlerimin sağ çıkarılması umuduyla; Hoşça Kalın…