Ne zamanki birilerinde bir sahtelik sezsek iki yüzlülük damgasını yapıştırıp alnına, sıyrılıveririz oracıkta söylenecek tüm sözlerden. Bir de binbir surat diye dillendirdiklerimiz vardır ki, esasında odur yakışan günümüz insanına(!) Sahi hangimiz öylece duru öylece doğrudan düpedüz kendi? Her gün onlarca insan görürken, yüzlerce başka ifade yüzlerce başka suratla karşı karşıyayız. Kimi o sabah dolabından kıyafetlerini seçerken, dün akşam yaşanan arbedeyi gününe taşımamak için renkli bir kazağın yanına iliştiriverir sıcak renkli yumuşak yüzünü. Yahut neşe içinde uyanan bir genç kız, yeni başladığı iş yerine giderken şıkır şıkır inci boncuklarının yanına çiçek açan yüzünü de iliştirip yol alır. Yol alır almasına da iş yerine geç kalınca trafikten,bir anda patronla göz göze gelip o sert bakışın altında solduruverir çiçek açan yüzünü. Takınır yeni çekmecesinden siyah bulutlu bir maske. Öyle ya kendine yakışmayan bu yüz, iş yerindeki dolabına koyulmuştur bir kere. Zor çıkarır artık o kara bulutları yüzünden. Eve girince bile unutuverir de, çiçek açan yüzünü nerede bıraktığını dahi hatırlamaz.
Emektar bir işçi olan baba, her sabah adalet timsali o yorgun kırışık yüzüne yalnızca bir parça tebessüm yerleştirir de ötesini sığdıramaz.
Minik bir bebeğin kokusuyla uyanan anne, gece boyu yorgun düşen mor halkalı gözlerini; sararmış tenini bir kenara bırakır da oracıkta duran çok şükür ki sen varsın halini takınırsa yüzüne, oh ne alâ der de memleket, bir günlükte olsa, ne olacak bu memleketin hali demez(!)
Peki ya yere düşen bu şaşkın yüz kimin? Hangisi benimki? Hayır diyemediğimiz anlarda mı saklı, dik dursun başımız diye eğilmediğimiz içimize attığımız dünler, kızıp da söyleyemediklerimiz, sevip de gösteremediklerimiz yok mu yani? Ben şu şaşkın ifadeyi alıp da karşıma, konuşsam ya 30’larımda(!) Tam da bir şeylerin farkına varmışken, o şeylerden biri de yüzleştiğim ben olsa ya(!) Hoşuma gitmeyen muhabbetleri seviyor gibi yapmasam, sevemediğim insanlara sahte bir selam çakmasam, arkamdan konuşanlara yüz çevirip gitsem de bir daha arkama hiç bakmasam!
Ağaçlara, çieçeklere, kuşlara, böceklere daha çok gülümsesem, içimden geldiği gibi şarkılar söylesem ormanlarda. Bir deniz kıyısına oturup dinginliğini dinlesem; huzur dolu sakin kalbimi bir an için aldığım nefesin ardından bir tebessüme dönüştürsem. Ah işte tamda aradığım ben, maviler arasında saklayıp da kara bulutlu kalabalık şehirde yerini bulamadığım benim yüzüm. Trafiğin, gürültünün; belki de onca riyanın yalanın arasından sıyrılıp da gün ışığına vuran neşe saçan o gerçek beni nerede görsem tanırım. Oysa her sabah yanıma alırdım da akşama unuturdum bir yerlerde, maskeler altında gizlediğim gerçek suratımı. 30’larımda fark ettim, hele de 33’te ihtiyacım olan ışık saçan, gülmeyi seven, sevip de sevdiren; dedikoduya iftiraya hayır diyen… Çocuklarla gülen, gençlerle neşelenen ben; tamam tamam işte bana yakışan huzur dolu, bazen de dingin ben. Hepsi bir maskeye nasıl süslensin, nasıl işlensin(!) Bir ben var ki bende, hepsini yaşarım içimde. An olur koşar, coşar, kızarım ama anda kalır kızgınlığım neşemle yeniden çiçek açarım. Benim sahici yüzüm? Beni ben yapan bakışlarımda, gülüşlerimde saklı, hüznümde gizli yüzüm… Ah benim iki gözüm, can özüm! Ne acılar çeker de saklar içinde; umudu, mutluluğu kalbinde neşesi hep yerinde bal yanaklı gül yüzüm.