Biz mi kitap okuyoruz, yoksa kitap mı bizi okuyor…
Çocukken annem bana sık sık kitap okurdu. Hatta bebekken uyku süresinde seviyor muşum masal dinlemeyi. Masal bitince de şarkı söylermiş annem. Aksi halde uyumak bilmezmişim. Bebeklikten kitaplardan aldığım zevk beni küçük yaşlarımdan onunla arkadaşlığa sevk etmiş.
O günü hiç unutmuyorum. Üçüncü sınıfta okuyordum. Ana dili dersinde Naile öğretmenim bize dersten ilave küçük hikayeler okumamızı tavsiye etti. Okulumuzun kütüphanesine gidip oraya üye olmamızı söyledi.
Zilin çalınmasını, dersin bitmesini hasretle bekliyordum. Ders bittiğinde kendimi artık okulun kütüphanesinde buldum.
Kütüphaneci Zehra Hanıma öğretmenimizin söylediklerini ilettim. O da beni kitapların sırayla dizildiği rafların önüne götürdü ve “bak buradan istediğin kitabı alabilirsin, geri getirme süren bir hafta” dedi.
Kendisi diğer öğrencilerle ilgilenmeye başladı.
Nasıl seviniyordum bir bilseniz. Benim küçük, çocuk dünyamı sanki yıldızlarla süslemişlerdi o anda. Kitaplardan elime alır, yapraklara dokunur, resimlerine bakar, beni içine alacak hikayeler arıyordum.
Maalesef aradığımı bulamadım. Üçüncü sınıf öğrencisinin aradığı konu ne ola bilir ki diye sorarsınız. İnanın kendim de ne aradığımı anlamadan arıyordum.
Bulamadım. Gözlerim yaşla dolmuştu. “Ben aradığım kitabı bulamadım, hocam” dedim.
Zehra Hanım bana dönerek, “sen hangi hikayeyi arıyorsun ki, serçecik?” diye sordu.
Cevap vermekte zorlandım. Ne söylesem “kendim de ne aradığımı bilmiyorum mu?” desem.
Sustuğumu ve çok üzüldüğümü gören kadın saçlarımı okşayarak böyle söyledi:
“Güzellik üzülme, eve git iyice hangi kitabı aradığını düşün. Yarın gel o kitabı senin için bulalım.”
Teşekkür edip kütüphaneden çıktım. Evimiz okula yakın olduğu için yürüyerek değil koşuyordum.
Eve vardığımda yüreğim sanki yerinden kopacakmış gibi çarpıyordu. Rahmetli annem benim şu halimi görünce çok şaşırmıştı.
Annemin, “kızım neler oluyor, seni kovalayan mı var, neden koşarak geldin?” sorusuna ağlayarak “anne Naile öğretmen bize dersten sonra kütüphaneye gidip hikaye kitapları almamızı söyledi. Gittim ama bir türlü seçim yapamadım. Yarın ben ona ne söylerim?” diyerek hüngür hüngür ağladım.
Annem gülerek, “güzel kızım merak etme, okulun kütüphanesinde bulamadıysan, şehir kütüphanesinden bulursun. Birazdan seni oraya götürürüm” dedi ve eve girdi. Onun geri dönüşü uzun sürmedi. Ben bahçemizde oturup onu bekledim.
Birlikte şehir kütüphanesine gittik.
Orda da aynı Zehra hanım gibi hiç unutmadığım Letafet hanımla tanıştım ve onu da çok sevdim. Annem olayı ona anlattığında, “hiç merak etme güzelim, şimdi sana istediğin kitabı buluruz” dedi ve beni okul kütüphanemizden daha büyük bir salona götürdü. Dolapların arasında dolaştıkça sanki bir kelebeğe dönüşmüştüm. Kitaplar çiçek ben kelebek gibi onların başına dolanıyordum.
“Halideciğim sen rahat ol, acele etmeden bak bu kitaplara. Bence aradığını burada bulursun” dedi ve beni o hazineyle baş başa bıraktı.
Aradım, aradım ve buldum…
Hayatımda benim bir ömür kitaplarla dost olmamı sağlayan kitabı buldum.
“Asker tokkası”ydı adı kitabın. Ekmeğe hasret çocuk gibi sanki ben de bu kitaba acıkmıştım..
O zamanlar okuduğum her kitap benim çocuk hafızamı daha da güçlendirdi.
Bulduğum kitap bir denizcinin hayatından bahsediyordu. Adı Siraç’tı.
Böylece başladı benim kitaba olan tükenmez sevgim.
Bu günkü konum kitapla ilgili olduğu için hayatımdaki bu hikayemi sizlere anlatmak ve bir çocuğun hayatında kitabın ne kadar önemli bir yer aldığını bilesiniz istedim.
Kitapla ilgili yazılacak, söylenilecek söz çoktur. İnternette de kitapla ilgili yeterince bilgi var, malum.
Ben de o bilgilere dayanarak bu yazımda kitabın yaranma tarihi ile ilgili sizlere kısa bir bilgi geçmek isterim.
İlk alfabe ve yazıyı kullanan insanların ilk kitapları taş, kil levhalar, metal, ağaç vs. olduğunu, insan zekası geliştikçe kitabın yazılabileceği materyallerin de geliştiğini ve bu gün internet dünyamızda kitaba olan sevginin, dikkatin azaldığını gördükçe yüreğim ağrıyor.
Eski Mısırlılar papirüs üzerine yazarlardı. Sonralar ise Küçük Asya’nın Perqama şehrinden gelen pergament onun yerini aldı.
MÖ 1.-2. yüzyıllarda Çin’de kağıdın icadı uzun süre gizli tutuldu. Ancak 751 yılında Bağdat halifesinin Semerkant temsilcisi tarafından Çin sınırından esir alınan iki kağıt uzmanının yardımıyla Semerkant’ta kağıt üretimine başlanmıştır.
Bu nedenle kağıt Doğu’nun anavatanı olarak kabul edilir. Kağıdın ortaya çıkışının, el yazması kitapların yaratılması ve yaygınlaşmasında büyük etkisi olmuştur.
Kitap basımına yönelik ilk arayışlar 8. yüzyılın başlarında Kore, Çin ve Japonya’da başlamış olsa da, Alman mucit Johann Gutenberg’in icadı ancak 1440 yılında kitap tarihinde yeni bir dönem açmıştır.
Ksilografiyle basılan ilk kitaplar 15. yüzyılın ikinci yarısında Batı Avrupa’da ortaya çıktı. Kitap basım teknolojisi zamanla gelişti.
Böylece kitap onu sevenlerin ilk ve son aşkına dönüşerek insanın iç dünyasına hakim olmayı becermiştir.
Bütün bu işlemlerden geçen kitap tükenmez bir bilgi kaynağıdır. Altını, pırlantanı,gümüşü değerlendirmek çok kolay olduğu halde, kitabı değerlendirmek bir o kadar zordur, çünkü kitabın değeri onu anlayan için misilsizdir.
Yüksek teknoloji yüzyılında tüm bilgileri internetten aldığımız bir dönemde kitapla ilgili konuya neden baş vurduğumu sorabilirsiniz.
Cevabım kısa ve net olacak:
Elimize aldığımızda hışıltılı, bazen de küf kokmuş sayfalardan aldığım zevki elektronik kitapların rahatlığından alamıyorum.
Kitap bütün alanlarda insana yol gösteren, ona manevi dünyasının daha da zenginleşmesinde yardımcı olan bir vasıtadır.
Kitap, insan kültürünün en büyük başarılarından biridir. İnsanoğlunun ürettiği mucize kitaplarla ilim hazinesinin kapılarının bizlere açıldığı bir gerçektir.
O zaman neden bu gerçeğin vazgeçilmez olduğunu anlamakta zorlanıyoruz?
Neden kitaplara karşı sevgimizin tükenmesine vesile olan internetle daha fazla iletişim kuruyoruz?
Çocuklarımız, torunlarımız saatlerce bilgisayar, telefon, tablet kullanırken neden onlarla kitap okumanın faydasından yararlanmıyoruz?
Dizilere, ev işlerine, komşuyla kahve içmelere zaman bulurken neden kitaba ayıracak zamanımız olmuyor?
Şu “neden”leri çözmeye, onlara bizim kitabı değil, kitabın bizi okuduğunun farkına varmayı sağlamamızın zamanı gelmedi mi?
Bence tam da zamanı…
Arkadaşlar ne diyorsunuz acaba kitap mı okusak?