Gün geçmiyor ki yeni bir vahşet haberiyle gözlerimizi açmayalım. Son haftalarda ülkemizde yaşanan olaylar, her birimizin içine bir yumru gibi oturuyor, nefes almamızı imkansız hale getiriyor. Dahası, bunların yalnızca medyaya yansıyan, buzdağının görünen kısmı olduğu fikri de hayli rahatsız edici, bir o kadar da gerçek. İnsan ne yapacağını, ne hissedeceğini bilemiyor. Takip etmekle, izlemekle, belki de imkân ölçüsünde protesto etmekle yetiniyor. Öyle bir hâl aldı ki zaman geçtikçe unutulmaya, konuşulmamaya başlıyor bu konular, ta ki bir yenisi yaşanana kadar. Hakikat şu ki; olaylar, isimler, vahşet haberleri zaman geçtikçe daha az konuşuluyor olsa da toplum bilincinde sapasağlam bir yerleri var. Hissettirdikleri yalnızlık ve korku hissi her birimizin, bilhassa olası mağdur adayları olan kadınların zihninde hiç geçmeyecek bir travma olarak kalıyor.
Son haftalarda yaşananların her biri, tek başlarına bile bizi derinden sarsmaya yetecek olaylardı. Narin’in kaybolması, umutlu bekleyişin vahametle sonuçlanması ve ölümünün arkasından kendi ailesinin çıkması; dahası Sıla bebeğe reva görülenler… Daha başlayamadan, yaşayamadan sönen hayatlar, tarifi imkânsız bir acı hissettirdi bizlere. Henüz bu haberlerin yarattığı şokla mücadele ederken, gencecik iki kızımızın aynı gün, bir saat arayla vahşice hayattan koparılması olayı hepimizin kanını dondurdu. Henüz hayatlarının baharında, hayalleri, umutları olan genç kızlarımızdı onlar. Ailelerinin yaşadığı acıyı tasavvur etmek ise mümkün değil. Aynı hafta içinde yedi kadının daha cinayete kurban gitmesi, kadın cinayetlerinin ne boyutta olduğunu bir kez daha görmemize neden oldu. Kadın cinayetleriyle çalkalanan gündem, bambaşka bir skandalla daha sarsıldı hemen ardından. Bu sefer, hayatlarına başlamalarına dahi müsaade edilmemiş canlar için kahrolduk. İnsanların büyük umutlarla ve heyecanla bekledikleri ve belki de uzun tedaviler sonucu kavuşmak için gün saydıkları bebeklerini, ciğerparelerini para için gözlerini kırpmadan öldüren, ailelerine hayatları boyunca yaşayacakları bir acıyı layık gören bir çeteden haberdar olduk. Bir bebeğin, bir insanın canına nasıl bir paha biçilebilir, nasıl kıyılabilir o masumlara, bunu yapabilecek vicdan ve ahlak yoksunluğuna nasıl ulaşılır tahayyül dahi edemiyorum.
Kadın, çocuk, hayvan ve bitkilerin her zaman tehlike altındaymış gibi göründüğü bu ülkede her geçen gün canımız bir kez daha yanıyor. Uygulanan yanlış politikalar, cezalar ve infazları, alınamayan tedbirler, hâkimlerin takdir ettiği indirimler, siyasi figürlerin tutumları… Her biri aklımızı çokça karıştırıyor ve bize bazı durumları sorgulatıyor. Üzerimize düşen; yitip giden canları unutmamak, öfkemizi diri tutmak, haksızlığa, şiddete, vahşete karşı durabilmek, sorgulayabilmek ve birlik olmayı öğrenebilmek. Hiçbir kadının yalnız ve çaresiz hissetmediği, el üstünde tutulduğu, hak ettiği değeri gördüğü; hiçbir bebeğin, hayvanın, canın zarar görmediği, zarar verenlerinse gerçekten hak ettiğini bulduğu bir gelecek umuduyla çabalamak.
Maalesef dünyanın çivisi çıkmış durumda.kral çıplak diyen birkaç gönlü güzel var ama duyan Yok