Acılarını Şiirler Süsleyen Kadın: Didem Madak

Özge Güner 386 Görüntüleme Yorum ekle
8 Dak. Okuma

“Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum
Bir yağsam pahalıya mal olacağım
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum

Ondört yaşındaydı ruhum bayım
Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.
Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz
Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri
Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar
O ara içimde çiçeklerden oluşmuş
bir silahsız kuvvet ablukaya alındı
Sinemalarda da ‘organzm gıcırtıları’ oynuyordu.
Kaçmaya çalıştım. Olmadı.
Bu nedenle, çiçekli şiirler yazmayı
Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.”

(Didem Madak / Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım)

Didem Madak’ın, bu şiirinde bahsi geçen bodrum kat için “Şiir yazmak için çok uygundu ama rutubete katlanabilirseniz” şeklinde ifade verdiği bir röportajına denk gelmesem, belki de ne havalı sözler der geçerdim. Ardındaki yaşanmışlıklardan hiç haberim olmazdı. Röportajdan sonra anladım ki onun yürek yakan şiirlerinin her bir hecesinde kendi hayatından parçalar var. Okudukça o kadar tanıdık geliyor ki bu parçalar, istemsizce yüreğiniz burkuluyor. Yaşadığı acıların gerçekliği sizi ortak bir hüzünde buluşturuyor. Var olabildiği kısacık ömrünü birkaç dizeye sığdırıyor ve siz de o acıları onunla beraber tekrar tekrar yaşıyorsunuz.

Yani o, sırf adı şiir olsun diye değil de acısını süsleyebilmek için yazıyormuş gibi bir havası var. Katlanabilmek için… Eli kalem tutan bilir; bazen katlanabilmenin tek yolu süslü kelimelerle kusmaktır.

Hadi gelin de acılarını şiirlerle süsleyen bu muhteşem kadının hayatını beraber inceleyelim.

Didem Madak Kimdir?

Didem Madak, 8 Nisan 1970 yılında İzmir’de öğretmen alan anne ve babanın ilk çocuğu olarak dünyaya gelir. Didem Madak, şiirlerinde bolca bahsettiği kardeşi Işıl da kendisinden 6 yıl sonra dünyaya gelince tamamlandığını hisseder. İki kız kardeş arasında çok kuvvetli bir bağ vardır. Çocukluk çağları huzur ile geçerken fırtınalı zamanlar gelip çatar. 12 Eylül döneminde öğretmen olan babası okul müdürü ile tartışır ve tartışma sonucunda Uşak’a sürülür. Anne Füsun Hanım’ın tayini ne kadar uğraşsalar da çıkmaz ve Baba arkasında gözü yaşlı bir eş ve iki kız çocuğu bırakarak gider. Artık Füsun Hanım ve kızları için korku dolu günler başlamıştır. Öyle ki iki küçük kız kardeş geceleri arka bahçede bulunan mısır yapraklarının hışırtılarından korktuğu için Füsun Hanım bir gece bıçakla onları keser. Elinden geldiğince çocuklarını tüm kötülüklerden korumaya çalışır ama hayat karşısında yorgun düşer. Kızı Didem 13, Işıl ise 7 yaşında iken geçirdiği beyin kanseri sonucu hayata gözlerini yumar. Artık bu iki küçük kader ortağı yalnız kalmıştır.

Hani yazının başında demiştim ya Didem Madak, tüm acılarını şiirle süslemiştir diye boşuna değildi. Annesini kaybettiği yılları şöyle kaleme alır.

“Sen bir çocuk romanı annesi ol isterdim.
Ölü mısır tarlaları hışırdıyordu
Ve kalbimde çıngıraklı yılan sürüleri
Diye başlayan bir çocuk romanında.”

Füsun Hanım vefat ettikten sonra babası ikinci evliliğini yapar ve kızları yanına aldırır. Evlilik Didem Madak ve babası arasında aşılması zor duvarlar örmüştür. Kendini oraya ait hissetmiyordur. Yalnızlıktan ve annesinin ölümünden sonra hiçbir şey kalmamasından yakındığı sarada teyzelerinden o hayatını değiştirecek hediyeler gelir. Bunlar el yazması bir şiir defteri ve Varlık Dergisinin koleksiyonudur. Didem Madak şiirleri o andan itibaren var olmanın filizlerini verir.

Üniversite Yılları ve Sonu Hüsran Olan Bir Evlilik

Yavaş yavaş yaşadıklarını kaleme dökmeye başlayan Didem Madak, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesine başlar. Bu sıralar evdeki huzursuzluklar başa çıkılmaz boyuta geldiği için tanıştığı biriyle gizlice evlenme kararı alır ve evi terk eder. Okulunu ise yarım bırakır.

Mutlu olacağını umut eden Didem Madak yine hayal kırıklığına uğrar. Umduğu huzuru yine bulamaz ve büyük bir pişmanlık ile eşinden boşanır. Boşanmanın ardından maddi sıkıntılar boy göstermeye başlar ve bir çok farklı işler yapar bu yıllarda o meşhur bodrum katında yaşamaya başlar. Üç sene boyunca rutubet dolu o küçük bodrum katında tek başına yaşar. Zor olsa da Didem Madak’ı Didem Madak yapan yıllardır. Röportajlarında, “Burada birden yazmaya başladım. Şiir yazmak için çok uygundu ama rutubete katlanabilirseniz” diye ifadelerde bulunur. Kardeşi Işıl ise sadece çikolata ve süt yiyerek ayakta durmaya çalışır.

Bu sıralarda Maviş Anne diye hitap ettiği Müjde Bilir ile arkadaşlık kurar. Bir gece, annesinin özlemine artık dayanamadığını ve çok mutsuz olduğunu söyleyerek arkadaşı Müjde ile dertleşir ve ertesi günün sabahında bir not bırakarak ortalardan kaybolur.

“Sevgili Müjde, Maviş Anne çok mutsuzum ve içimden hiçbir şey söylemeden gitmek geldi. Seni seviyorum. Dün gecenin şiiri zaten yazılmıştı, ben sadece kaleme alacağım.
İki kendim varmış maviş anne
Biri benmişim biri mutsuz
Ben ölürsem maviş anne, mutsuz için dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al.
Ben ölürsem mutsuza iyi bak!”

(Didem Madak / Kadınlık kimliğimden sıyrıldım)

Sonraki üç yıl boyunca ondan haber alınamaz yalnızca çok nadir kardeşi Işıl’ı ziyarete gelir. Bir ziyaretinde başı örtülü olarak çıkar kardeşinin karşısına. Yazdığı hiç bir şey boşuna değil gerçekten kadınlık kimliğinden sıyrılır. Ruhunu, benliğini bir örtünün ardına gizler. Tasavvufa yönelmesi ona biraz umut olur ve bu vesile ile Hukuk Fakültesini bitirir.

Küçük bedeninde pek çok fırtınalar ile boğuşur. Bu dönemi “Ah’lar Ağacı” şiiriyle anlatır:

“Ben acılarımın başını
Evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi? Ben işte istedim bayım.”

Tam bu zamanlarda Işıl, İnkılap Kitapevinin düzenlediği bir şiir yarışmasından bahseder. Bu Didem Madak’ın ilgisini çekmez çünkü onun yazma amacı başkadır. Kardeşi, gizlice tüm şiirlerini bir dosyada toplar ve yarışmaya gönderir. Dosyanın adına da “Grapon Kağıtları” adını verir. Bir süre geçtikten sonra yarışmayı Didem Madak’ın “Grapon Kağıtları” dosyasının kazandığı öğrenilir. Ödül töreni için İstanbul’a gelir ve burada baş örtüsünü çıkarır. Onun için kendini gizlemeye gerek kalmamıştır. Yeniden kadın kimliğine dönüş zamanıdır. Bu süreçte internet üzerinde şair ve avukat olan bir beyefendi ile konuşmaya başlar. İlk buluşmalarında beyefendi sonraki buluşmalarında okumak üzere bir şiir yazmasını ister. Didem Madak şu şiiri yazar.

“Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
Limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır.
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan. 

Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!”

Didem Madak Ölümü

Ödül töreninden sonra İstanbul’da yaşamaya başlar ve Timur Çelik ile ikinci evliliğini yapar. Bu evlilikten dünyalar tatlısı bir kız çocuğu dünyaya gelir ona annesinin adı olan Füsun adını koyar. Kızının doğumundan sonra şiir yazamaz ama bundan şikayeti yoktur. Artık en güzel şiirlerini sadece kızının kulağına fısıldıyordur.

Didem, ne yazıktır ki annesi ile aynı kaderi paylaşır. Kolon kanserine yakalanır ve 24 temmuz 2014 tarihinde sadece 41 yaşında iken yaşama gözlerini yumar. Acılarını şiir ile süsleyen kadından geriye kızına yazdığı şu dizeler kalır.

“Canım kızım, cehaletimden şair oldum…
Annesizlikten.
Sen sakın şair olma!”

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Özge Güner
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version