Acılar; kocaman bulutlar arasında gizlenmiş damla damla toprağa düşüp filizlenen, tomurcuklanmak için Güneş’in göz kırpmasına muhtaç minik bir tohum tanesi değil miydi aslında?
Tıpkı insan da öyle, yüreğinde saklı kalmış o kadar hüzünler var ki tek bir bahaneye bakıp da yanaktan süzülüp kalbe akıp giden yağmur gibidir gözyaşları…
Ah kalbim! Sen de biriktirdiğim o kadar çok şey var ki sanki patlayacak bir volkan, belki de ucu bucağı gözükmeyen kocaman bir deniz ya da dipsiz bir kuyu…
Evet kapkaranlık bir kuyu işte… İçerisinde söyleyemediklerim, içimde biriktirdiklerim, hayallerim, sustuklarım, ağlayışlarım her şey o sessiz ama korkunç tünelde saklıydı. Sanki bağırsam belki de haykıracaktı sesimin her bir tonu. Duvar dile gelip konuşacaktı benimle. Bizde gizli bir Yusuf muyduk yoksa kuyudan sabırla Sultan olan ama sabretmeyi bir türlü beceremeyen…
Beni dıştan görenler çınar ağacı gibi yıkılmaz derlerdi değil mi? İçimde her şeye küsmüş yetim bir çocuğun sessizliğinde boğuluyordum aslında. Belki de kanadı kırık bir kuşun çırpınışlarında gidip geliyordum. Susmak mı lazımdı yoksa konuşmak mı inan ki bilmiyordum.
Düştüm düşeceğim derken kaybolup gidiyordu hayallerim. Neyim kimim umurumda mıydı, yoksa acılara sebep ben miydim?
Hani kirpik uçlarına kadar sabreder de parmak uçlarına kadar acı çekersin ya işte öyle bir şeydi bu benimkisi. Mutluluğa hicap mıydı ruhumuz, bilemez?
Boğuluyorum bu denizde…
Yüzmeyi biliyorken kılımı bile kıpırdatmak gelmiyor içimden. Neyden niye kaçıyorum bilmiyorum. Belki de sadece kendimden. Bir nefese muhtaç binlerce yıl yaşamak değil miydi bu basit hayat, yaşamaya değer miydi?
Artık susuyorum sadece, dilimin ikrar edemediğini kalbim idrak ediyor biliyorum. Bir bir Allah’a arz ediyorum her şeyi, sabrediyorum. Ümidime emanet ediyorum umutlarımı ve imtihanlarımı İnşirah’a sığdırıyorum…