Her şey yolunda gözüküyordu fakat hiçbir şey yolunda değildi. Hayatı hem mükemmeldi hem de berbattı. Sabahları kurtuluşu, geceleri kabusu olmuştu. Uyku, onun en büyük düşmanıydı. Hayatta kalmak ve dinlenmek için uyumalıydı evet ama gördüğü rüyalardan dolayı bunu istemiyordu. Çocukluğundan beri her uykuya daldığında korkunç kabuslar görüyordu. Doktorlar, büyüdükçe kabusların geçeceğini söylese de tam tersine rüyaları daha da şiddetlenmişti. Doktorlar, tedaviler, ilaçlar, seanslar hiçbiri fayda etmemişti. O gün yine gece vakti gelmişti. Uyumamak için direniyordu. Vücudu dinlenme zamanının geldiğini belli ediyordu, uyuşmuş bedeni ve kapanan gözleri işini zorlaştırıyordu. Göz kapakları yavaşça kapandı.
Karanlık…
Her taraf simsiyah bir boşluktan ibaretti. Sessizdi. O kadar sessizdi ki kendi kalp atışları duyabiliyordu. Yürüdü, bir kapı gördü. Ahşap kahverengi bir kapıydı bu.
Karanlığın ortasında bir kapı. Kapıyı açarak içeri adım attı. Kendi çocukluk odasını gördü. Odaya girer girmez kapı arkasından kapandı. Odayı incelemeye başladığında tamamıyla kendi odasında bulunduğunu anladı. Yatak örtüsünden, duvardaki yırtık postere kadar her bir detayıyla çocukluğundaydı. Rüyada olduğunun da bilincindeydi. Birkaç saat daha uyusa yeterdi, alarmın çalacağı saate kadar sabretmesi gerekiyordu. Odanın içinde dolanmaya başladı, o sırada pencere aralandı. Bir şeyin pencereden fırlayıp üstüne atlamasını bekliyordu. Fakat onun yerine bir ses gelmeye başladı. Sesin şiddeti giderek yükseliyordu. Bu bir davul sesiydi.. Davul sesinden hep ürkmüştü. Şimdi ses, pencerenin öbür tarafından değil adeta kafasının içinden geliyordu. Koşarak pencereyi kapattı, davul sesinin şiddeti azalmadı daha da artmaya devam etti. Yere çöktü, kulaklarını tıkadı. Birden nefes alamadığını fark etti. Oksijensiz kalmanın paniğiyle çırpınmaya başladı.
Çekmecelerde ilacını aradı. Çocukken astım hastalığı vardı. Bu yüzden ilacı buralarda bir yerlerde olmalıydı. Çekmeceleri açtığında gördüğü şey sadece tokalardı. Binlerce rengarenk toka. Sürekli kaybettiği tokaları. Havasızlıktan başı dönmeye başladı. Her bir hücresi nefes alması için yalvarıyordu adeta. Hala nefes alamıyordu. Bayılmak üzereydi, o sırada bir elin onu çektiğini hissetti. Çığlık atmak istedi fakat sesini çıkaramadı. Dolabın içinden kendisini güçlü bir şekilde çeken ele direnmeye çalıştı, gücü yoktu. Her şeyin bitmesini diledi, gözlerini kapattı ve kendini bıraktı. Gözünü açtığında farklı mekanda olduğunu gördü. Burası bir bahçeydi.
Şaşkınlığını üzerinden atınca nefes alabildiğini fark etti. Nefes alıyordu ve ağaçların ortasında huzurlu hissediyordu. Kendisini çeken kişiye baktı. Siyah gür saçları olan esmer bir çocuktu bu kişi. Kabuslarında canavarlar, korkunç silüetler, saldırgan hareketli nesneler görmeye alışkındı, Ama bir insanı ilk defa görüyordu.
“Sen kimsin?” diye sordu siyah saçlı esmer çocuğa. “Benim adım Afatsum.” dedi çocuk.
“Sen kimsin Afatsum? Beni nasıl kurtardın? Nereden çıktın?”
“Çocukken gece 03.50’de tuvalette elini yıkarken kırdığın beyaz sabunluğu hatırlıyor musun? O sırada açılan bir geçitte rüya cinlerini rahatsız ettiğin için seni kabusla cezalandırdılar. Gece 03.00 ile 05.00 arası açılıyor bu geçit. Geçit arasında sıkıştığın için oluyor hepsi. Kurtulman için gerekenleri sana anlatacağım.” dedi Afatsum.
“Afatsum neden daha önce gelmedin? Nerelerdeydin?”
“Hep seni arıyordum.” dedi.
İnce cılız ve ürkütücü bir gülme sesi duyuldu arkadan.