Ağıt: Anonim Halk Edebiyatı ve Åşık edebiyatı nazım şeklidir.
Ağıtlar, kültürümüzün önemli bir parçası olarak tarihi akış içerisinde çeşitli adlar almıştır.
İslamiyet öncesi yuğ (cenaze) törenlerinde; sagu (ağıt), divan edebiyatında mersiye olarak adlandırılırdı.
Ağıtlar, Türk halk kültüründe yaşanan gerçek olayları gözler önüne sergileyerek, yıllardan beri süregelen önemli unsurlar arasında yer alır.
Türkler, yaşadığı üzücü olayları ağıtlara yansıtarak tarihi ve kültürel değerleri de; gerek yazılı gerek yazısız kaynak olarak günümüze taşınmışlardır.
Ölüm, ayrılık, yokluk, kayıp, salgın, afet, savaş gibi keder verici yaşanan olayların etkisiyle şiirselleşmiş olan, dokunaklı bir ezgiyle şakıyarak söylenen, yürekteki titreşimin acı ve gözyaşının türküsüdür ağıt.
Ölüm, ayrılık ve yokluk gibi olaylar, insanlar üzerine kabus gibi çöktüğü zaman duygular; bazen hapsolur, bazen coşar, bazen feryat eder. Bazı insanlar, karakteristik özellikleri gereği, duygularını dışa vururlarken, bazı insanlar da duygularına gem gururlar ve dışa vuramazlar, her şeylerini iç dünyalarında yaşarlar. Bu tür kişilik özelliğine sahip insanlar vücudu psikolojik baskı altına alarak çeşitli travmatik ve sosyolojik olumsuz etmenlerin oluşmasına sebep olurlar.
Etkinin oluşturduğu her bir durum doğal olarak tepkiyi beraberinde doğurur.
Duygular sınırsızdır.İnsanoğlu yaşam çerçevesinde zaman, durum, mekan gibi etkenlere göre duygu durumları yaşayabilir.
Yaşam felsefesi devam ettiği sürece, ağlarken gülmeyi de hiçbir zaman unutmamak gerekir. Gerektiğinde eğlenmeli, kahkaha atmalı ve gülmeliyiz.
Bunun öncelikle kendimiz için, sevenlerimiz için,sevdiklerimiz için şart olduğunu kabul etmeliyiz. Sevinçler, mutluluklar nasıl ki insanların yaşam kaynağı ise acılarla, gözyaşlarıyla, ağıtlarla yüzleşmekte yaşamın bir felsefesi olarak karşımıza çıkar.
Güneş battığı gibi doğuşunu da sabırla beklemeliyiz.
Gerçekler maalesef acıdır. Trajik olaylar karşısında duyguları dışa vurmadıkça kişiler; ruhsal ve bedensel olarak önemli travmalar ve çöküntülere maruz kalırlar. Dolayısıyla, biyolojik ve sosyolojik hasarlar küçümsenmeyecek kadar önemli sorun oluşturarak karşımıza çıkarlar.
Kaybettiğimiz değerler karşısında duyarsız kalamayız. Ruh halimiz ister istemez,o anki moda bürünür. Bizleri kendimizden alır götürür. İnsanoğlu duygulara gem vuramaz, vurmalılarda..! Tabi ki ağlamaya ihtiyaç duyarız.
“Erkekler ağlamaz” derler.
- Dağılan yuvalara erkekler nasıl ağlamasın!
- Yitirdiği can yada cananına erkekler nasıl ağlamasın!
- Kaybettiği koca çınarlarına erkekler nasıl ağlamasın…!
Acılar, doğal olarak yürekleri yangın yerine döndürür. Göz çukurlarını dolduran her bir acı damla, sel olup akarken ağıtlar yakılır.
Anadolu kültüründe ağıtçılık (ağıt yakan kişi) mesleği, her ne kadar erkekler tarafından söylense de genel olarak kadınlar tarafından söylenmektedir.
Cenaze törenlerinde ölen kişinin iyiliği, meziyeti, yiğitliği gibi özellikler genel olarak ağıt yakılarak söylenir.
Zaman, mekan, yaş, durum gibi unsurlar gözetilerek mezar başında yada ölen kişinin kıyafetleri, eşyaları cenaze evine gelenlerin önüne dökülerek ağıt yakılır. Ağıtçı ve Ağıt yakanlar, yüreklere, duygulara dokunarak acılı insanların içlerini titretirler. O İnsanların gözyaşlarını sele döndürürler.
- Bir annenin, bir babanın evladının ölüm haberini aldığında belki ilk atacağı bilinçsiz ve istemsiz kahkahanın arkasından yakacağı ağıt.
- Kardeşlerin, kardeşler üzerine yaktığı ağıtlar.
- Çaresiz hastalığın illetine düşmüş gencecik insanların ölümü üzerine yakılan ağıtlar.
- Maden ocağında, göçük altında can veren insanlara feryat edip yakılan ağıtlar.
- Depremde tonlarca beton yığınları arasında can veren insanlara yakılan ağıtlar.
- Kayıplar için her gün yakılan ağıtlar.
- Cinayetler için yakınları tarafından yakılan yakıtlar.
- Kazalar ve kaza kurbanları için yakılan ağıtlar.
- Kader mahkumları için yakılan ağıtlar.
- Salgın hastalıklarda kaybedilen canlar için yakılan ağıtlar.
- Şehit analarının, şehit babalarının yürekteki yangın alevleriyle yaktıkları ağıtlar.
- Kurtuluş savaşında, Çanakkale, Yemen, Kore gibi savaşlara gidip de dönmeyen Mehmetçikler için yakılan ağıtlar…
Ağıda sebep olan bu ve buna benzer durumlara daha çok örnekler verebiliriz.
Kurtuluş Savaşı’nda şehit olan Bayat’tan Ali Osman’a bacısı Şerife Aydın’ın yaktığı ağıt:
Şafak söktü tan yerleri atıyor,
Tren gelmiş acı acı ötüyor,
Kardeşim şehit olmuş yerde yatıyor,
Ak elleri kızıl kana batıyor.
İlkbaharda her çiçekler bezeri,
Sonbaharda döker yaprak gazeli,
Kardeşim şehit olmuş nerde mezarı?
Felek beni taşa çaldı neyleyim.
Felek sille vurdu ben oldum sersem,
İyi olmaz dediler her kime sorsam,
Varsam da hekime muayene olsam,
İyi olmadık derdi hekim neylesin.
Ben gurbeti geze geze yoruldum,
Evvel altın idi şimdi pul oldum,
Değer bilmez kötülere kul oldum,
Felek beni taşa çaldı neyleyim.
Kanatlarım yoktur çırpınıp uçmaya,
Dizlerim tutmuyor karlı dağlar aşmaya,
Ellerim ermedi helallaşmaya,
Felek beni taşa çaldı neyleyim.
(Yaldızkaya 1992: 36)
Ayrılık ve ölüm gibi etkenler,acıların yaşanmasına ve ağıtların söylenmesine en büyük sebeptir.
Bir Ayrılık Bir Yoksulluk
Gele gele geldik, bu gara daşa,
Yazılan geliyor sağ olan başa,
Bizi hasret etti, gavim gardaşa
Bir ayrılık, yoksulluk, birde ölüm.
Nice sultanları tahtan indirir,
Nicesinin gül benzini soldurur,
Nicesini gelmez yola gönderir.
Bir ayrılık, yoksulluk, birde ölüm.
(Neşet Ertaş)
Acılar paylaşıldıkça azalırlar!
Saygılarımla.
Turan bey hocam merhaba, Yazınızı daha önce okudum, iki satır kutlama yazısı yazmak bu güne nasip oldu. Ağıt hakkında çok güzel bilgiler verilmiş , dünden bu güne, eski Türk Devletleri’nin edebiyatımızdaki yerine değinilmiş, kültür hazinemize güzel bir kapı aralamışsınız. Tekraren kutluyor, emeklerinize kaleminize sağlık diyorum.
Merhabalar Fikret bey,kıymetli hocam.
Nesillere birşeyler verebiliyorsak aktarabiliyorsak
ne mutlu bizlere.
Teşekkür ederim.
Saygılarımla