Ahlak erozyonu üzerine konuşmak, aslında kendi iç dünyamda derin bir sorgulama yapmak gibi. Son zamanlarda toplumda gördüğüm değişimler beni hem düşündürüyor hem de içten içe üzüyor. Bu yazıyı yazarken de biraz kendi içimde bir yolculuğa çıktım. Çünkü ahlak, hepimizin ortak bir zeminde buluşabileceği en temel değerlerden biri. Ama ne yazık ki, o zeminin çatırdadığını, kayganlaştığını hissediyorum.
Eskiden birine “ahlaklı” denildiğinde, bunun ağır bir anlamı olurdu. Ahlaklı olmak bir duruştu, bir tavırdı. İnsanların sözü senetti, yüzündeki ifade yüreğindekini yansıtırdı. Şimdi ise, “ahlak” kelimesi bile bazılarına yabancı gibi geliyor. Sanki modası geçmiş bir kavram ya da sadece eski kitaplarda yer alan bir şeymiş gibi. Günümüzde ahlak deyince insanların aklına ne geliyor, gerçekten merak ediyorum. Para mı? Başarı mı? Güç mü? Yoksa yalnızca kendine kazanç sağlamak için kullanılan bir araç mı?
Şunu fark ettim ki, ahlak erozyonu dediğimiz şey, aslında hepimizin küçük küçük yaptığı tercihlerin bir sonucu. Yalan söylemekten kaçınmak yerine “Bu seferlik bir şey olmaz” demek. Hak ettiğimizden fazlasını almaya çalışmak. Bir haksızlığa göz yummak ya da haksızlık karşısında sessiz kalmak. Tüm bunlar, görünürde küçük gibi duran ama derinlerde büyük etkiler yaratan şeyler.
Kendi hayatımda da bu sorularla çok karşılaştım. Her zaman vicdanımla mı hareket ediyorum? Yoksa bazen işime geldiği gibi mi davranıyorum?” diye kendime sormaktan çekinmedim. Çünkü bir insanın kendini sorgulaması, eksiklerini görmesi ve düzeltmeye çalışması ahlaki bir sorumluluktur. Ama toplum olarak bunu ne kadar yapıyoruz, işte burası karanlık bir nokta gibi. Birbirimize duyduğumuz güven azalıyor. Komşuluk ilişkileri, aile bağları, dostluklar bile artık eskisi gibi değil. Herkes bir şekilde kendi kabuğuna çekiliyor. Bir zamanlar yardım istemek ya da yardım etmek doğal bir davranışken, şimdi insanlar çekinir olmuş. Çünkü artık ne samimiyet ne de dürüstlük eskisi gibi hissediliyor. Birçoğumuz, “Kimseye güvenemem” derken aslında bu döngüyü kendimiz de besliyoruz.
Peki, bu erozyonu nasıl durdurabiliriz? Belki de önce kendimizden başlamak gerekiyor. Ahlak, kitaplarda yazan kurallardan ibaret değil; hissettiğimiz, yaşattığımız ve yaşadığımız bir şey. Her gün yaptığımız küçük seçimlerle büyüyen bir şey. Birine içten bir teşekkür etmek, yalan söylemekten kaçınmak, yapılan bir iyiliği karşılıksız bırakmamak… Bunlar aslında o kadar kıymetli ki.
Biliyorum, tek başımıza dünyayı değiştiremeyiz. Ama belki kendi küçük dünyamızdan başlayabiliriz. Çünkü ahlak, bireysel bir duruştur ve bu duruş, zamanla bir toplumu şekillendirebilir. Kendime sürekli hatırlatıyorum: “Dünya ne kadar bozulmuş olursa olsun, sen kendin doğru kalmaya çalış.” Çünkü sonunda her şey, insanın kendi vicdanıyla olan hesabına bakıyor.