Gökyüzüne bakışımı çevirmeden, mevsimlerin dilini çözmeden önce düşünce ve hayat arasında geçen çekişmenin iplerini elime almamış, bu hayatı olduğu gibi yaşamaya çalışıyordum.
Yapaylaşan dünyanın gerçek hazinesinin peşinde kendimi gördüklerime vermiştim. Benim gördüğümden fazlası anladığımdan farklısı mümkün değil miydi…
Bu çepeçevre tahta ile kuşatılmış, penceresine kocaman bir gök sığdırılmış, sıcacık sobanın aleviyle ısınan yere sadece tek bir isim mi vermeliydim?
İşte yine düşünmeye başladım. Sorularım kadar cevapların sahibi olmadığımı bildiğim halde, hiçbir cevabın tam açıklanamadığını bildiğim hâlde sonsuzluğa dair aidiyetimi sürekli artan soruların içine serpiştiriyordum.
“Düşünmek tozları silmek gibidir” diyen şair, bu her yere serpiştirilmiş toz yığını ve kararmış kül yığıntısı içinden çıkmanın da bir yolunu anlatmış mıydı?
Yeni pişen kestanelerin her yanı buram buram saran kokusuyla geçmişi içime çeker gibi çekiyor ve göğüs kafesime hapsediyorum. Güneş kendini karanlığa bırakırken sefil yazgımın özgürlük susuzluğu tedirgin ve müphem bakışların istekleriyle şekilleniyor.
Korkak düşüncelerimin çok güçlü bir özgürlük istikbali ve tasarısı vardı.
Oysa ben içi kül, dışı buzdan bu yerin üzerinde derinliği git gide artan düşünceler içinde gözlerimi uçan kuşlara sabitlemekten başka ne yapabilirdim?
Hiçbiri bir diğerine çarpmadan hem grup olarak, hem de tek ve hür bir şekilde gökyüzünü tavaf eden daireleriyle kendi hüviyetini ve özgürlüklerini nasıl sürdürebiliyorlardı…
Onca yangına, depreme, zulme sahiplik eden bu dünyanın içinde bir kuşun hüviyeti ve özgürlüğü bizimle nasıl konuşurdu?
Hür irademizle rotasını belirlediğimiz halde hayat, hayallerimizi yaşamaya yetmiyor ve biz, hep bir eksikliğin içinde dünyadan geçiyorduk.
Bu hayatta her yaş bir ilmek daha atarken yeni sırat köprülerinin üstünde ne kadar sağlam kalabilir, ne kadar sırat-ı müstakim üzere yolumuzu sabitleyebilirdik?
Çoğaldıkça eksilir miydi insan? Oysa birlikten kuvvet doğardı, doğmalıydı….
Penceremden sahneleri izlemeye devam ediyordum.
Her şey tek bir soruyla başlamıştı; Neden?
Neden gökyüzü mavi, çimenler yeşildir? Ya otların yeşili sarı, denizin mavisi krem olsaydı…
Her şey her an değişiyor muydu, yoksa gerçeğimiz sadece sahip olduğumuz an mıydı?
Beni şehirden bu dağın ortasına çeken ve bu düşüncelere ev sahipliği yapan yine aynı şeydi.
Ama o farklı yorumlamıştı. Sesin tanıdık ezgisi beni yekpare bir zamanın içine aldı.
– Bahar.
Gözlerime inanamadım. Kanlı, canlı karşımda duruyordu. Zamanın eskitemediği bir değerdi.
– Hocam nasılsınız burayı nerden biliyorsunuz?
Bilinmek ve hatırlanmak arasında bir uçurumda gibiydim. Hem çok mutluydum, hem de özgürlüğüm elimden alınmış gibiydi.
– Geçen yaz çok yakın bir yere taşındım. Arada gelir zihnimi tazelerim. Sen ne yapıyorsun hala aynı yolda devam mı?
– Hocam hayatı yeni tanıyorum ve geleceğe dair düşüncelerimin önü çok kapanmıştı. Özgürlüğümü tazelemek istiyorum.
– Sen içindeki özgürlüğü keşfettikçe her an tazelenebilirsin. Bunu unutma, benim dönmem gerekiyor, kendine iyi bak.
Gözüm o camın kenarına konan beyaz kuşa değdi. Kuşa sahip olabilir miydim? Hayatı elimdeki bir kuş gibi tutmak isterken onu öldürmüştüm Ona özgürlük sunmak isterken onu hapsettiğimi henüz bilmiyordum.
İnsandaki bu sorumluluğu nasıl dağıtacağım hakkında bir fikrim yoktu. Ama hatırlıyorum, küçükken evimizin balkonunu mesken eden kuşa çok sinir olmuştum. Sürekli aynı yerimizi gasp ediyor ve bize zahmetli tarafını bırakıyordu. Uçunca korkuyordum ama özgür olmasını istiyordum. Kovdum, konuştum onunla. Simsiyah cismiyle niye hep aynı yere geldiğini ne istediğini çözmek istemiştim.
Ama yine de anlamamıştım. Onun tüm hamlelerimize aldırış etmeyişine sinirlenmiş de kör bir kuş olacağını hiç düşünmemiştim.
Düşüncelerimin gerçeği yansıtmadığını bile bile kaderin dik yokuşlarında hararetimi asla dindiremiyordum. O dağın zirvesine vardığımda “ÖZGÜRÜM” demenin bana ne kadar mutluluk vereceğinden emin değildim.
Tüm isteklerim elimdeydi, oysa tüm istekler tek bir mutluluk hedefinden başka neye hizmet ediyordu ki?
Dünya ve dünyadan geçiyor olmanın bağımsız halini fark edebildiğimde asıl özgürlüğü anlamış olacaktım.