Kimi insan, hayvandan daha hayvan…
Kimi hayvan da, insandan daha insan…
Hala kafamda, “Bir anne, iki çocuğunu tabancayla öldürdü!” sözü yankılanıyordu. Evet bir anne, kendinden olan bir parçayı kurşunlayabiliyor ne yazık ki. Leş yiyen bir akbaba bile yavrusuna, kocaman olana kadar bakar, kendi yemez, ona yedirir.
Bir ilkbahar sabahı, kuş cıvıltılarıyla uyandım. Kuş vıcırtıları çatı katından geliyordu. Hemen çatı katına çıktım. Çatı katının içinde, şirin mi şirin, iki yavru kuş. O an altın, cevher bulmuş gibi sevindim. Ama sonra kendi kendime: “Bu yavrular dekolte, bunlar uçamaz, ben bunlara, ne yedirip, ne içireceğim?” diye düşündüm.
İlk gün çok ürktüler, gagalarını hiç açmadılar, yemek yemediler, açlıktan ölmesinler diye. Gagalarını zorla açtım; dişlerimle çiğnediğim ekmeği onlara yedirdim. Suya pamuk banıp, içirdim.
İkinci günü bana alıştılar. Artık gagalarını zorla açmıyordum. Gagalarını kendi kendilerine açıp, elimdeki ekmeyi ve pişmiş pirinç tanelerini yiyorlardı.
Merhametim ve sevgimle onlara, hayat verdim. Onları, sabırla besledim; evladımı besler gibi.
Aradan on gün geçti. Daha önce dekolte olan yavrular, tüyden elbiseler giyindi. Temiz hava almaları için, onları beyaz, küçük bir kovanın içinde; turuncu güllerin, beyaz papatyaların diyarı olan bahçeme çıkardım. Beyaz kovayı çam ağacının altına koydum.
Ben de terasın içinde gizlenip, onları gözlemeye başladım. Yavru kuşlar acı acı ötüyorlardı.
Ansızın çatıdan,bir kuş uçuverdi; beyaz kovanın üzerine kondu. Yavru kuşlarla sevişiyordu… Beyaz kovanın içine girip çıkıyordu. Anneleri mi yoksa? Evet, evet anneleriydi.
Annelerini gören yavru kuşlar cıvıldamayı kestiler. Anneleri kanatlarıyla, gagasıyla yavru kuşları beyaz kovadan çıkarmaya çalışıyordu ama çıkaramıyordu.
Karanlık aydınlığı yuttu. Bütün kuşlar yuvalarına uçtu. Fakat yavru kuşların anaları, yavrularını yalnız bırakmadı… Ben de, yavru kuşları kediler yemesin diye, beyaz kovayı alıp, içeriye geçtim. Anneleri de yuvasına gitmek zorunda kaldı.
Sabahleyin kuşların annesini mutfağın penceresinde gördüm. Pencerenin etrafında uçuşup duruyordu. Yavrularının acı acı ötüşlerini duyuyordu. Ancak içeriye geçmiyordu, beni fark edince uçup gitti.
Bir Pazar, eşime ve görümceme, “Siz bir şey göstereceğim” dedim. İkisi de bahçenin içinde bir yerde gizlendiler. Ben de beyaz kovanın içindeki kuşları, tekrar çam ağacının altına koyup, terasta saklandım. Kuşlar ötüyordu. Anneleri yavru kuşların sesini duyar duymaz çatıdaki yuvasından çıkıp, beyaz kovanın içine girdi. Sonra kovadan uçarak çıktı. Ardından yavru kuşlardan biri kovadan fırladı, uçamıyordu. Ama annesinin peşinden gidiyordu. Anne, “Hadi yavruum, lütfen uçmaya çalış!” der gibiydi. Yavru kuş ise, kanatlarını çırpıyor çırpıyor ama uçamıyordu.
Diğer yavru kuş da, beyaz kovanın içindeydi. Birden çam ağacının yanına bir kedinin geldiğini fark ettim, ok gibi fırladım. Ben daha, beyaz kovanın yanına varmadan; kedi kafasını beyaz kovanın içine daldırdı.Yavru kuşu kaptı, kaçtı. Yavru kuşların annesi, kediye saldırdı. Ben de Yavru kuşu, kedinin ağzından canlı alabilmek için, ayağımdaki terlikleri yere attım. Ama nasıl koşuyorum namlunun ağzından çıkan kurşun gibi.
Sonunda kedi, komşumuzun bahçesine girdi. Bahçenin dört bir yanı duvarla çevrili olduğu için, artık kaçamıyordu. Yavru kuşu hemen kedinin ağzından aldım. Ancak yavru kuş, avuçlarımın içinde can verdi!
Bir hafta sonra… Bir tıkırtı duydum. Tıkırtı mutfağın camından geliyordu. Hemen mutfağa koştum. Bir de ne göreyim? Yavru kuşun annesi; gagasıyla ve kanadıyla, pencerenin camına hızlı hızlı vuruyordu. Gözlerime inanamadım! Beyaz kovanın içindeki yavru kuş da tatlı tatlı ötüyordu.
Ben bu güzelliği görünce; yavru kuşu elime aldım. Pencereyi açtım, anne kaçmadı. Yavrusuyla beraber uçup gitti…