Nasıl daha güzel yaşarım derken her gününüzün tam bir fiyasko olduğuna şahit oldunuz mu? Sabah taze bir umutla uyanıp, günün akşamında yine mutsuzlukla baş başa kalmak tanıdık geldi mi? Dağınık bir evi toparlamaya çalışırken daha da dağıttığınız oldu mu hiç? Üstelik bu karmaşanın ortasında kulağınıza o meşhur cümle çalındı mı: “Evinizdeki dağınıklık, zihninizin dağınıklığını gösterir.” Ne kadar meraklıyız kendimize olumsuzu etiketlemeye!
Instagram’ı açıyorum: “Araştırmalara göre…” diye başlayan ve genellikle birbirini çürüten binlerce bilgi… Herkes uzman, herkes bilinçli. Reels’lerde biri uygulamanız gereken alışkanlıklardan bahsederken “uyuyarak hayatı kaçırmayın” diyor; öteki, “Uykudan fedakârlık etmeyin.” diye bir sürü bilimsel neden sıralıyor. Hangisini yapacağımızı şaşırıyoruz. Modern insanın kaderi bu: Hem her şeyi bilmek zorunda hissediyoruz hem hiçbir şeyden emin olamıyoruz. Zamanı verimli kullanacağız diye ne yediğimizden tat alıyoruz ne uyuduğumuz uykudan. Geriye kalan ise hiç bitmeyen, bitmeyecekmiş gibi duran bir yapılacaklar listesi.
Prof. Sinan Canan’ın da dediği gibi, akışta kalamıyoruz. Çünkü akmak için önce durmamız gerekiyor. Teslimiyet ve tevekkül gerekiyor – ki bu yüzyılda ikisi de hayli kıymetli ama bir o kadar da yitik. Her şeyi kontrol etme isteğimiz zirve yapmış durumda. Bir eylem tamamlanmadan diğerine geçiyoruz, ardımız yarım kalmış bir yığın eylemle dolu. Ve tüm bunların adı “meşguliyet” oluyor. Oysa gerçek üretim, gerçek huzur; zihnin susup ruhun konuştuğu anlarda saklı. Ertelediğimiz sadece işler değil; kendimiz, sevdiklerimiz, yaşamın ta kendisi aslında. Hani çok (!) zamanımız var ya.
Sahi, en son ne zaman güzel bir kahvaltı ederken sadece o anda kaldın? Ya da “keyif kahvesi” diye aldığın fincanın son yudumuna kadar gerçekten keyif aldın mı? Her şeyi hızla tüketiyoruz. En başta da kendimizi. Kâinattaki milyarlarca insanın her birinin parmak izi, DNA’sı bile farklıyken neden başkalarına benzemeye bu kadar hevesliyiz? Hayatın tam ortasındayken bile neden hep bir kenardaymışız gibi hissediyoruz?
Evet, durmak gerek. Derin bir nefes almak, kendimizi hatırlamak… Çünkü hayat bir yapılacaklar listesi değil; bir yaşanacaklar davetidir.