Anlamı Kalmadı

Tülin Erol 992 Görüntüleme Yorum ekle
18 Dak. Okuma

Elinde sımsıkı tuttuğu kutuyu gözyaşları içinde tüm hırsıyla yere fırlattı Pınar. Özenle hazırlanmış, kıpkırmızı bir kurdeleyle bağlanmış hediye kutusu hızla yere çarpınca içindeki, anlamını birkaç dakika önce yitirmiş olan, üzerinde bembeyaz martıların uçuştuğu mavi ipek şal yere savruldu!..

Hayallerin ve umutların yerini artık dipsiz kuyu gibi gördüğü uçurumların karanlıkları almıştı. Birkaç dakika olmuştu daha kız kardeşinin gözlerinin önünde hayata veda edişi. Pınar ve Sude, aralarında sadece bir yaş olduğu için ikiz gibi büyümüşlerdi.

Anneleri Irmak ve babaları Deniz üniversitede tanışıp evlenmiş birbirini seven, sayan ve her konuda destekleyen uyumlu bir çiftti. Irmak heykeltıraş olduğu için çalışma saatleri Deniz’e göre biraz daha esnekti. Deniz iç mimar olarak babasının kurduğu aile şirketinin başında oradan oraya koşturuyor, ailesine zaman ayırmakta zorlandıkça kendini karısına ve özellikle de küçük kızına karşı mahcup hissediyordu. Sude’nin doğuştan kalp kapakçığında sorun vardı ve küçük kız yaşıtlarının yaptığı birçok şeyi yapmakta gerek okulunda gerekse de sosyal yaşantısında çok zorlanıyordu. Uzun süreli hastane yatışlarına alışmışlar bir evleri de sıklıkla gittikleri hastanenin caddeye bakan 205 no.lu odası olmuştu.

Doktoru Emre Bey, Sude’yi kendi kızı gibi görüyor doğduğu günden beri tedavisi ile ilgili elinden geleni yapıyordu. Pınar kardeşinin özelliklede hastanede kaldığı günlerde ona moral vermek için en çok özlemini çektiği şeylere dair planlar yapıyordu ve:

-Buradan çıkınca seninle paten kaymaya gideceğiz, üstelik hiç yorulmayacaksın beni geçeceğine eminim diyerek sevgiyle sarılıyordu Sude’ye. Yedi yaşındaki bir kız için zordu gerçekten koşturamamak, bisiklet sürememek, okuldaki etkinliklere katılamamak. Sude sadece yanağını okşuyor ve gamzelerini ortaya çıkaran tatlı gülümsemesiyle karşılık veriyordu ablasına.

Deniz, küçük kızı için yapılabilecek her şeyi araştırıyor, tıptaki tüm yenilikleri takip ediyordu, ama ne var ki şimdilik bu yaştaki bir çocuk için yapılabilecek çok fazla bir şey yoktu, riskli bir ameliyatı kaldırabilmesi için en azından on yaşını beklemeleri gerekiyordu.

Hastanede geçirdiği zamanlarda okuldan geri kalmaması için özel bir öğretmeni vardı Sude’nin. Funda hanım çok kibar ve özenli bir öğretmendi Bu sayede eğitimi konusunda bir sıkıntı yaşamıyor hatta çoğu arkadaşından da başarısıyla öne çıkıyordu.

Sude ve ablası bir cuma günü okuldan eve geldiklerinde, güzel bir sürpriz onları bekliyordu. Deniz ve Irmak kızların hoşuna gideceğini düşünerek hafta sonu için küçük bir kaçamak planlamışlardı. Büyükada’ya babaannelerinin yanına giderek ailece sonbaharın güzelliğini yaşayacaklardı. Deniz babasını kaybettikten sonra adaya ilk kez gidecekti, genellikle annesi onların yanına geliyor böylece babasının ızdırap dolu son günlerinin acı hatıralarından uzak kalıyordu. Beş ay önce kaybettiği babasının anılarıyla yüzleşmesinin onu nasıl etkileyeceğini kestiremese de artık daha fazla kaçamazdı bu gerçekten, hem kızlarıyla hem de karısıyla geçireceği bu iki gün onun için çok değerliydi. Neşe içinde babaannelerine sürpriz yaparak adaya gittiklerinde, Nesrin Hanım torunlarını sevgiyle kucakladı, ailenin yıllardır hizmetini gören Ayşe Hanıma hazırlıksız yakalanmaması için Irmak ,sürprizi onunla paylaşmış ve bu sayede Ayşe hanım harika bir sofrayla onları karşılamıştı. Nesrin Hanım özenle ve kendisinden gizli gizli kurulmuş olan masadaki yerine geçti ve bastonunu hafifçe havaya kaldırarak Deniz’e babasının sandalyesine oturmasını işaret etti:

-Bu evinde kendi evininde tek erkeği olarak burada oturman beni memnun edecek oğlum, dedi gülümseyerek. Deniz babasının yerine geçti ve sofranın üzerinde sıra sıra dizilmiş en sevdiği yemekleri görünce baba evinin sıcaklığını ve huzurunu iliklerine kadar hissetti. Kızlar yemekten sonra odalarına çekildiğinde çaylar eşliğinde konuşulan konu Sude’nin sağlığıydı. Nesrin hanım direkt konuya girdi ve torununun ameliyat için on yaşını beklemeden yurtdışında ameliyat olması konusundaki ısrarını yineledi. Bir aile dostları aracılığıyla Amerika’daki bir kardiyolog ile yaklaşık iki yıldır görüşüyorlardı. Babasının beynindeki tümör nedeniyle vefat etmesinden sonra annesinin birkaç ay içinde toparlanmasını takdir ediyordu Deniz, yaşlı kadın kendisinden hiç beklenmeyecek şekilde canlı görünüyor hatta sık sık İstanbul’a oğlunu yada eşini dostunu ziyarete gidiyordu. Son birkaç ayda yaşananlar ve aile olarak tekrar Sude`nin sağlığına odaklanmış olmaları tuhaf bir şekilde yansımıştı hepsinin yüzüne. Irmak söze girerek:

-Ben korkuyorum anne, hem de çok korkuyorum!.. Daha çok küçük bir kız Sude, olabilecekleri düşündükçe aklıma gelenler beni ürkütüyor. Onu kaybedebiliriz biliyorsunuz. Dr. Emre Bey en azından on yaşını beklememiz konusunda ısrarcı. Daha birkaç gün önce öğretmeni Funda hanım sayesinde zamanında müdahale ile hastaneye yetiştiremeseydik !..derken gözlerinden boşanan yaşlara daha fazla hakim olamadı ve Deniz`in omzuna yaslanarak hıçkırıklarla ağladı.

Nesrin hanım her ne kadar belli etmemeye çalışsa da duygusal ve duyarlı bir kadındı ve Irmak` ı çok iyi anlıyordu. Yerinden kalkarak gelininin yanına oturdu ve gözyaşlarını eliyle silerek kendine doğru çekti. İki kadın bir müddet öyle kaldılar. Deniz bunu fırsat bildi ve “Ben bir kızlara baksam iyi olur” diyerek yukarı çıktı, odalarının kapısına geldiğinde , gözlerinde biriken damlaları silerek içeri girdi. Kızlar ellerindeki okuma kitaplarını etajerin üstüne koymuş ve uykuya dalmışlardı, ikisini de bir süre izledikten sonra öptü kokladı ve aşağı salona indi. “Uyumuşlar” dedi sadece az önce kalktığı koltuğa geri oturarak. Irmak biraz önceki halinden daha iyi görünüyordu önündeki tiramisuyu yerken. O da Ayşe Hanım’dan bir bardak çay daha rica ederek annesi ve eşine eşlik etti. Şimdilik daha fazla ısrarcı olmak istemiyordu Nesrin Hanım fakat Amerika’daki ameliyat olasılığını mutlak surette kabul ettirmek için elinden geleni yapacaktı.

Sabah erkenden Deniz ve Irmak yürüyüşe çıktılar. Flört ettikleri zamanlarda ara sıra buradaki eve kaçtıkları akıllarına gelir, buranın onlardaki izlerini her gezdikleri yerdeki anılarını ilk günkü gibi coşkuyla yad ederlerdi, işte şimdi de aynı şeyi yapıyorlardı…

Sarmaş dolaş eve girdiler ve yeni uyanmış olan kızlarının gözlerini ovuşturarak kahvaltıya inmelerini izlediler. Keyifle edilen kahvaltı sonrası hep birlikte çıktılar ve iskeleye doğru henüz tazeliklerini yitirmemiş begonvillerin arasından geçerek Sude’nin çok sevdiği Aslı teyzesinin evine doğru yol aldılar, Aslı Deniz’in çocukluk arkadaşıydı, evinde onlarla birlikte yaşayan iki köpeği ve bir sürü kedisi vardı, dolayısıyla bu ziyaret kızlar için kaçınılmazdı. Aslı ılık sonbahar gününde bahçesinde ağırladı misafirlerini bu arada da çocuklar hayvanların arasında mutlu mesut oynadılar. Sohbet aralarında Irmak’ın gözü hep Sude’deydi doğal olarak, kendini biraz yorduğunda nefes nefese kalıyor ve sonrasında da istenmeyen durumlar yaşanabiliyordu. Arada bunu kızına hissettirmemeye çalışarak “canlarım lütfen fazla koşturmayın akşama mangal partisi için enerjiniz kalsın” diyerek kızların ikisini birden uyarıyordu. ”Bu arada seni ve Selim’i de mutlaka bekliyoruz” diyerek Aslı’yı da sıkı sıkı tembihledi giderken. İskelenin oradan geçerken, denizkızı heykelinin yanına oturup denizin üstünde uçuşan martıları izlemeye bayılırdı Sude. Her defasında “Ben de bir gün bu martılar gibi özgür olabilecek, istediğim yere gidip istediğim şekilde koşup oynayabilecek miyim?” diye sorular sorar çocuk aklıyla martılara özenirdi. Kızlarının bu hâlini gördükçe içleri sızlıyor, sadece: “Bu günler yakında yavrum, elbette istediğin her şeyi yapacaksın” diyerek artık klişe olmuş cümleleri kuruyorlardı.

Sude‘nin çok sevdiği denizkızı heykeliyle vedalaşması bitince yolu biraz daha uzatarak ,öğleden sonranın akşama dönmeye başladığı o huzur dolu saatlerde eve döndüler. Ayşe hanım akşam için gereken hazırlıkları yapmaya başlamıştı bile, mangal bahçeye özenle yerleştirilmiş sofraya mezeler taşınmış, çeşitli içecekler servis masasına konulmuş, içerde etler marine edilmişti. Deniz keyifle annesine seslendi:

-Nesrin Sultan! biz geldik, haydi sende bize katıl. Her zaman ki gibi şık bir şekilde merdivenlerden inen annesine yardım ederek mangalın başına geçti. Irmak’ta Ayşe Hanım’a yardım için mutfağa girdi ve salatayı yapmaya koyuldu.

Oğlunun mangalın başında ateşi yakmaya çalışmasını izlerken eski günler canlandı yaşlı kadının gözlerinde birden, rahmetli kocası nasıl da severdi böyle birlikte yedikleri yemekleri, mangalın başına geçip de keyifle pişirdiği etleri, şerefe kaldırılan kadehleri…

Deniz annesinin bakışlarını üzerinde hissedince, başını kaldırıp gülümsedi ve işine devam etti. Pınar ve Sude bahçedeki salıncakta oturup bu tatlı telaşa ortak oldular bir müddet, sonra birden bir şey dürtmüş gibi yerinden fırladı Sude ve ablasına:

-Hadi yemeğe kadar yukarda biraz kitap okuyalım, diyerek Pınar’ı kolayca ikna etti. İkisi hızlı adımlarla eve yönelirken, Irmak sadece “Fazla oyalanmayın kızlar, etler pişer pişmez sofradayız, hem misafirlerimiz de gelmek üzeredir” dedi. “Tamam, anne” diye bir ağızdan cevap verdi kızlar merdivenleri çıkarken. On beş dakika kadar sonra Aslı ve eşi Selim bir buket kır çiçekleri ile bahçe kapısından içeriye girdiler ve direkt Nesrin Hanım’a yönelerek hoş beş etmeye başladılar. Yarım saat kadar sonra her şey hazır olmuş, kızlar hariç herkes sofradaki yerini almaya başlamıştı. Deniz “Ben kızları alıp geleyim, oyuna daldılar herhalde” diyerek içeri girdi. Odaya girdiğinde iki kardeşi birbirine sarılmış uyurken buldu, saçlarını okşayarak; “Haydi prenseslerim, kalkın bakalım, yemek hazır herkes çok acıktı sizi bekliyoruz, haydi haydi diyerek!” kızlara seslendi. Pınar, Sude’nin kolunu üzerinden attırarak muzipçe gülümsedi babasına ve ağzını kocaman açarak esnedi, yatağından kalktı, yastığının kenarına iliştirdiği kitabını aldı, masanın üzerine koydu. Sude hâlâ kıpırdamıyordu, birkaç kez daha seslendi kızına Deniz, fakat hiç ses yoktu…

Elini küçük kızının alnına koydu, ateş gibi yanıyordu kızın vücudu, nabzını kontrol etti, çok yavaş atıyordu, korktu panikledi birden. Pınar uyku sersemi bir vaziyette babasını izliyor, gözlerini dikmiş Sude’ye bakıyordu. Deniz bugün çok yorulduğu için halsiz kalabileceğini düşündüğünden bu tür yarı baygın hallerinin normal olduğunu bilmesine rağmen yine de içini bir huzursuzluk kaplamıştı. Hemen doktoru Emre Bey’i aradı. Aşağıda bekleyenleri telaşlandırmamak için serinkanlı olmaya çalışarak, doktorun söylediklerini yaptı ve Sude yavaş yavaş kendine geldi. Bu tür durumlarda kullandığı ilacını verdi, üzerini değiştirmesine yardım etti ve kızlarla birlikte aşağı indiler. Tüm gece boyunca gözü kızındaydı, kafasında deli sorularla boğuşuyor, ne yapmaları gerektiğini bilemez bir halde çareler arıyordu kendince. Bu kız on yaşına kadar nasıl dayanacak ki? diyerek annesinin söylediklerini daha fazla önemser olmuştu, bir an önce Amerika’da ameliyat olması konusunda Irmak’la tekrar konuşmaya karar verdi. Ertesi gün İstanbul’a döner dönmez doktoru arayıp konuştu Deniz, pazartesi günü karısını da alarak Emre Bey’le görüşmeye gittiler. Sude’nin bu ağır ameliyatı kaldırıp kaldıramayacağının değerlendirmesini bir kez daha yaptılar. Doktor yapması gerektiği gibi son kararı aileye bırakarak, küçük kızın şansının yarı yarıya olduğunu bir kez daha yineledi. Durumu gittikçe ağırlaştığı için bir gün bile kaybetmek istemiyorlardı artık, Sude’nin ameliyat olması konusunda fikir birliğine vardılar, çaresizce razı olmuştu artık Irmak’ta, çünkü ani bir ölüm riski de olduğundan böyle bir acıyı yaşamak istemiyordu. Gerekli prosedürleri ve tüm ayarlamaları yaparak yarıyıl tatilinde Amerika’ya giderek ameliyat olması kararlaştırıldı Sude’nin.

İki ayı bulmadan her şey hazırdı artık, Irmak ameliyat günü anestezi için gelen doktordan biraz izin isteyerek, Sude’nin su yeşili ürkek gözlerinin taa içine bakarak:

-Tüm bunlar bittiğinde, sen artık tamamen özgür bir martı olacak, istediğin her yere gidip de her şeyi yapacaksın birtanem, dedi ve minik burnunun ucuna bir buse kondurdu. Küçük kız “Biliyorum anneciğim, buna inanıyorum” diye cevap verdi annesine. Anne kızın ameliyat öncesi son konuşması oldu bu birkaç kelime.

Ameliyathanenin kapısındaki endişeli bekleyiş sürüyordu, Deniz ve Irmak ellerini birbirine kenetlemiş, Nesrin Hanım torununun başını göğsüne sımsıkı bastırmış dudağında mırıl mırıl okuduğu dualarla gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Aradan tam beş saat geçmişti, sadece bir defa ameliyathanenin kapısından çıkan bir hemşireden şimdilik bir sıkıntı olmadığı bilgisini almışlardı hepsi o kadar. Beş saatin sonunda ameliyat bitti ve Sude yoğun bakım odasına girdi. Doktor ameliyatın iyi geçtiğini, kalp kapakçığındaki sorunun giderildiğini fakat şimdi artık her şeyin küçük kızın vücudunun vereceği reaksiyona bağlı olduğunu söyledi, kısacası o minik vücudun dayanıklılığına bağlıydı bundan sonrası…

Sude kritik geçen dört günün ardından yoğun bakım odasından normal odaya alındı, küçük vücudu bu büyük ve riskli ameliyata dayanmıştı çok şükür sağlığı da günden güne iyiye gitmekteydi. Yüzündeki o masum ve tatlı gülümseme ile Türkiye’deki doktoru (onun deyimiyle Emre amcasını) kendisi arayarak “Emre Amca, ben iyileştim artık hiçbir şeyden çekinmeden hayatıma devam edebileceğim” diye müjdeyi vermiş, telefonun ucundaki doktoru bu haber karşısında, gözleri dolu dolu bir şekilde, mutluluğunu paylaşarak, Sude’ye:

-Buraya döndüğünde ilk ziyaretini bana yapacaksın küçük hanım, ilk benim kollarıma koşacak ve boynuma sarılacaksın, söz ver bakalım! dedi ve Sude’den sözü aldı. Hastanede geçirilen iyileşme sürecinin ardından artık Türkiye’ye dönme vakti gelmişti, Deniz ve Irmak kısa bir şehir turu ve eve dönüş hazırlıkları için hastaneden çıktılar. Kardeşinin başucundan hiç ayrılmayan Pınar, pencereden dışarıyı izlerken, bir yandan da dönüş heyecanını yaşıyor, eve dönünce neler yapacaklarını tek tek Sude’ye anlatıyordu. “Yarın akşam saatlerinde buradan ayrılmış olacağız, inanamıyorum sonunda evimize dönüyoruz. İlk yapmak istediğim şey seninle birlikte doyasıya koşmak” diyerek duygularını paylaşıyor iki kız heyecanla artık hayallerinin gerçekleşeceği anları yaşamak için sabırsızlanıyorlardı.

Soğuk ve rüzgârlı bir hava karşıladı onları İstanbul’a iner inmez. Babaanneleri Nesrin Hanımda bir süre daha evine dönmeyecek İstanbul’da torunlarıyla kalacaktı. Deniz bir gün sonraki iş toplantısına hazırlanmak için odasında çalışıyor, Irmak onun yokluğunda yeni alınan işin ayrıntılarını iş arkadaşının hevesli anlatımıyla telefonda dinliyordu. Telefonla görüşmesi sürerken ,gelen çağrı sesiyle ekrana baktı, arayan Sude’nin doktoru Emre idi, görüşmesi bitince hemen geri dönüş yaptı, iki kez çalmadan sonra telefon açıldı:

– Merhaba Irmak Hanım!

-Merhaba Emre Bey, nasılsınız?

-Teşekkür ederim çok iyiyim, yarın ki ziyaretiniz için, hastanede değil de muayenehanemde sizi bekliyor olacağım, Sude’ye güzel bir sürpriz hazırladık ta dedi.

Irmak nazikçe teşekkür ettikten sonra, “Yarın saat ikide görüşmek üzere” diyerek telefonu kapattı. Salona geçince, ”Yarın hep birlikte Emre Amcanızı görmeye gidiyoruz kızlar, biliyorsun Sude’ciğim ilk ziyaretini ona yapmak için söz vermiştin” deyince kızların ikisi birden sevinç çığlıkları attılar. Deniz çalışmasını tamamlayarak yanlarına geldi, yarın işi olduğu için bu sürpriz kutlamaya ne yazık ki katılmayacağını kızlar duymadan Irmak’a söyledi.
Sabah olunca Irmak bir bahane bularak Pınar’ı da yanına alıp evden çıktı, doğruca İstinye Park’ın yolunu tuttular yolda giderken Pınar’a sürprizi anlattı Irmak ve Sude’ye hediye almak için mağazalara girip çıkmaya başladılar. Pınar Vakko’nun vitrinine bakarken gördüğü şey karşısında heyecanla annesini çekiştirerek içeriye soktu. Irmak önce anlam veremediği bu heyecanın nedenini çok geçmeden anlamıştı. Sude’nin hayallerinin gerçeğe dönüşmesinin bir simgesi kabul edebilecekleri güzellikte, gök mavisi üzerinde martıların uçuştuğu ipek bir şal…

Önce yaşı itibariyle bu hediyenin biraz ağır olabileceğini düşünse de “Olsun ilerde kullanır, hem onun için anlamı çok özel bir hediye olacaktır, evet evet bunu alalım Pınar’cığım” dedi ve çok şık bir hediye paketi yaptırarak eve döndüler. Paketi arabanın bagajında bıraktılar. Gitme vakti gelince hazırlanarak evden çıktılar, Nesrin Hanım öne, kızlar arkaya geçti. Ulus’taki muayenehaneye gelince otopark ta yer bulamayan Irmak, kızları ve kayınvalidesini indirmek için müsait bir yerde durdu. Pınar babaannesinin inmesine yardımcı olmaya çalışırken ani ve kulakları sağır edercesine acı bir fren sesi duyuldu, ne olduğunu anlayamayan Irmak hemen arabasının arkasında biriken kalabalığın arasına girdi ve yerde kanlar içinde yatan Sude’yi görünce olduğu yere yığıldı…

Nesrin Hanım kaldırımın kenarında Pınar’a sarılmış ağlıyor, etrafta toplanan insanlar ambulans a yol veriyor, bir yandan da atılması için Irmak’a müdahale ediliyordu. Caddeden gelen seslere daha fazla kayıtsız kalamayan Dr. Emre Bey’in pencereden bakınca olanı biteni anlaması sadece birkaç dakika sürmüş ve telefonunu eline alarak aşağıya fırlamıştı, hemen Deniz’i aradı sonra ise Nesrin Hanım’ı kolundan tutarak yerden kaldırdı.

Yaşananların bir kâbus olmasını istiyordu Pınar, daha birkaç dakika önce yanında oturan, kırmızı kurdeleli hediye kutusunu açınca gözlerindeki ışığı görmek için sabırsızlandığı Sude artık yoktu ve olmayacaktı!..

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Tülin Erol
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version