Loş bir odanın, kendine tahsis edilmiş kanepesinde, yarı uzanır vaziyette, karşısına konulmuş televizyonu izliyordu. Gözleri, izlediği şeylerden çok uzaklardaydı oysa. Koca bir ömür süzülüp gitmişti o gözlerin önünden. Kim bilir şimdi hangi yıl, hangi mevsim, hangi saatte takılıp kalmıştı. Bir an başını çevirip bana baktı. “Hatırlıyor musun?” dedi.
“Neyi?” dedim.
“Hani o bayram yine yorganın altından çıkmayıp, ‘Oğlum olmadan bayram yapmam’ demiştim.”
Hatırlamaz mıyım hiç? Gözyaşlarım çocuk yüreğime akıyordu sanki. Yavrusundan ayrı bayramlar bir anneye yakışır mıydı hiç?
Gözlerini yine televizyona çevirdi. Dudakları kilitlendi yine. Oysa o dudaklardan ne çok sevgi sözcükleri dinlemişti kulaklarım. Arada radyodan yükselen nağmelere de eşlik ederdi, anılara boyanırdı her dinleti. Ömrünle birlikte ne çok anıyı zihin çerçevesine hapsetmişti. Ne çok şey eksilmişti. Annem, ruhumun en keskin melodisi.
Ellerine gitti gözlerim. Mutfaktan gelen sesleri duydum birden. Ah, ne harika sofralara imza atmıştı o parmaklar. Uzanıp öptüm tek tek. Yılların emeği bir öpücükle ödenmezdi. Hangi öpücük bir anne hakkı ederdi ki?
Çocuk sevinciyle gözlerime baktı. Ne kadar da çabuk yumuşuyordu yüreği. Şaşırmadım ki, biliyordum, anneydi o. Şimdi mevsim kış, mevsim ayaz kimin umurunda. Bir evladının varlığı, içinde papatyalar açtırmaya yeterdi. O, yüreğimin anavatanı. Göğsü ne çok acımı dindirmişti. Şimdi dinlenecek bir göğüs arıyor yorgun, mecalsiz. Başını göğsüme yasladım. Kar beyazı saçlarında gezinirken parmaklarım, derin bir “ah” çekti.
Ah, annem, hangi yorgunluğun “ah”ıydı bu? Sevgimi sürsem, öpsem bir bir, iyileşmez yaraların, biliyorum. Belki yeni umutlar da ekemem yüreğine. Yeni şarkılar öğrenemez yorgun dudakların. Ama sabırla büyütüp inşa ettiğin bu kalenin içinde seni dinlendirebilirim. Bana verdiğin şefkat ve sevgi hâlâ sımsıcak, taptaze. Seninle paylaşabilirim.
Ben senin kızınım. Ömrünün kışına aldırma. Kalbimde büyüttüğün baharda seni ağırlayabilirim.