Annemin Sevgi Dili Öfke

Nuran Erez Turan 197 Görüntüleme Yorum ekle
13 Dak. Okuma

Hayat, neşeli ve becerikli bir kadındı. Çoğu zaman hiçbir şeyi kafasına takmazdı. Yüzüne çok dikkatli bakıldığında gözlerinde acı dolu bir hüzün vardı.

Bulunduğu ortamlarda artistler gibi insanların dikkatini hemen çekiverirdi. Ne giyse çok yakıştığı söylenirdi.

“Ne giysen çok yakışıyor,” lafına bazen bozulur, kendisiyle ilgili her şeyin fazlaca abartıldığını düşünerek, eşine dert yanardı.

– “Ayol, çul giysem yine de ‘çok şıksın, Hayat’cım’ diyorlar,” derdi.

Eşinden hiçbir şeyi gizleyemez, ona her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatırdı. Anlaşılma ihtiyacı çok fazlaydı.

“Birbirimizden ne eksik ne de fazlayız. Sadece insan olmaya, insanca yaşama tutunmaya çalışan fanileriz,” derdi.

Hayat o sabah işe gitmek üzere hazırlandı. Arabasına yöneldiği sırada önüne çıkan ana-kızın konuşmaları, annesiyle olan diyaloglarını anımsattı. İçi burkuldu.

“Sen bunları çoktan aştın,” dedi. Nefesini gizlice tazeledi.

Annesi ile aralarında büyülü bir tılsım vardı ve annesinin kötü biri olabileceğine yönelik düşüncelere bile tahammülü yoktu. Uzmanın dediğine göre annesi “narsist”ti ve bu gerçeği duymak kalbine ok gibi saplanmıştı.

Annesine ait anılarında, ağzı açılmamış ne bohçalar vardı.

“Hayatın sana ait değil” mesajı…

“İstanbul’dan başka İstanbul yok, hâlâ bıraktığım yerdesin…”

Başkalarının çocuklarıyla kıyaslama…

“Sen falancanın kızı gibi değilsin,” gibi mukayeseler…

Kötü bir mantık içinde olan anne. Komşunun kızını yetiştiren kendisi değil, komşuydu. Komşunun kızını överken kendi anneliğini yerle bir ettiğini düşünemeyen anne…

Annesinin onunla derdi neydi bilemiyordu.

Böyle bir evde büyüyen Hayat, evinin içinin farklı, dışının farklı olduğunu fark eder gibi oldu. Objektif gözlemci yapısıyla sağlam bir karaktere, deneme yanılma yöntemiyle sahip olmuştu. Kendi emeği, kendi içsel gücü, kendi zekâsı sayesinde ayakta kalmıştı.

Doktoru, “Hayat, bak hiçbir şeyi içine atma; dağa, taşa anlat ama insana anlatma,” demişti. Arabayla dertleşmesi de bundandı.

Annesinin onu acımasızca eleştirmesi, iç dünyasında cesaretinin kırılmasına sebepti. Annesi ona “başaramazsın” mesajı verdikçe, Hayat’ın daha çok başarılı olası gelmişti.

Aniden içinden öfke kusar gibi frene bastı.

“Sağlıklı bir aileye sahip olmayı kim istemez ki,” diye mırıldandı.

Yine de üç yaşına kadar ailesinden doyasıya gördüğü sevgi ile bu yaşlara geldiğine şükretti. Belki de öpüşmeyi, sarılmayı o nedenle pek sevmezdi.

Kendi başına hayatı tanımaya, anlamaya çalışmış; lise terk, bilgiye aç bir kadındı.

O yıllarda kızlar ya okumalı ya da evlenmeliydi. Hayat, eş olacak kişiyi seçmek zorunda olduğunu biliyordu. Evlenmeye karar verdiği gün, varsıl ailelerden değil de, Maliye’de müfettiş olan Kemal’i tercih etmesi ailesini memnun etmemişti.

Evlendiği gün kurtulmak istediği bazı duygu ve düşünceleri çeyizinde götürmüştü. Kayınvalidesini gördüğü an tetikleniyor, en güzel günlerini doyasıya yaşayamıyordu.

Kemal, eşi ve annesi arasında denge kurmaya çalışırken, çok sevdiği Hayat’ı kırıveriyordu. Eşinin onu affedeceğinden emindi, ya annesi onu affetmezse?

Hayat, annesinden kabul ve onay görmediği gibi kayınvalidesinden de göremiyordu. Kemal’in ona sahip çıkması, onu hiçbir konuda sıkmaması, Hayat için tutunacak bir daldı.

Çok bunaldığı bir gün eşinin,

“Hayat, sana bir müjdem var,” dedi.

“Öğrenci affı Meclis’te yürürlüğe girmiş. Öğrenimleri yarım kalmış vatandaşlar, okullarına başvurup okuyabilecekler. Sen de başvurmalısın,” demesin mi!

Ona inanan, değer veren birinin olması, Hayat’ın içini birden ısıtıvermişti.

Çocukken kırılan cesareti şu an onarılıyordu. Yaralı bir kuş gibi yaralarını yıllarca ustalıkla gizlemiş; fakat şu an yarası bir çıban gibi deşilmişti.

“Hayat okula başlarsa ben de rahat nefes alırım,” diye düşünen Kemal, yılların sorununa çözüm bulmanın huzuru içindeydi.

“Yaşlı başlı kadını terbiye edecek halimiz yok ya, değişmesi gereken Hayat,” diye düşünmüştü.

Öyle de olmuştu. Hayat kendini derslere vermiş, Kemal ve anasını rahat bırakmıştı. Hayat artık insanlara içten içe daha az küsüyordu.

Kemal paylaşmayı, üretime katkı sağlamayı seven, insanları kıskanmayan; hırslı ama kendi kendisiyle yarışan, kendi yeteneklerine güvenen biriydi.

Hayat düzenli, tertipli bir kadındı. Güçlü, dengeli görünen; bir o kadar da yenmeye çalıştığı, kendini değersiz ve çaresiz hissettiği, gizlediği, kendi kendine tedavi etmeye çalıştığı yanlış davranışları da vardı.

Küsmek, kırılmak; kırıldığını kimseye belli etmeden eksik bir yanının peşinden gitmek gibi… Yaşamının gerçek yüzü belki de ondan esirgenen kabul ve onay almayı arıyordu.

Hiçbir annenin niyeti çocuğunu incitmek olamaz. Bir çocuk nasıl sevilir bilmiyor olabilir. Değişmekten korkan, güçlü görünen korkak biri olabilir.

O nedenle insanların hatalarını görmezden gelirdi. Biliyordu ki, hatalar çokça dillendirildiğinde kişi etiketlenir. Görmezden gelindiği zaman ise kalıcılığını yitirebilir ve insan davranışı normale dönebilir, diye düşünüyordu.

İyi yetişmemiş bir kız çocuğu, davranışlarında tutarlı gözükse de, iç dünyasında tutarsız, kararsız, hesaplaşan bir profil çizecekti.

Anne olduğunda dikkatini çeken bir durum olmuştu. Annesinin ona davrandığı gibi bir tutum sergilemeye başladığını hissetti. Korkudan, üstünü başını aceleyle çıkarıp çöpe attı ve duşa girdi.

O an giysileri bile suçluydu. Kızına sinirlenince elini kaldırması, sonra yumruk yaparak korkutmadan, “Elimin içinde ne var?” demekten bile tedirgin olmuştu.

İnsan, çocukluğuna ait davranış kalıplarını istem dışı içselleştiriyormuş meğerse.

Annesi gibi olmak o an çok ürkütücüydü. Korktuğunu belli etmedi, güçlü bir profil çizdi. Yaşadığı tüm olumsuzluklara teşekkür etmeyi başardı. Onlarla vedalaştı. Saygı duyulan, örnek alınan bir kişi olmayı hedefine koydu.

Hiç kimse doğuştan bir meslek sahibi değildi. Yaşıtlarından biraz geç olsa da, istediği hedefe ulaşmanın huzuru içindeydi.

İç dünyasındaki Hayat’la dış dünyaya yansıyan Hayat arasındaki değişimin farkındaydı.

– “Vallahi Ayşe, şu Hayat’a hayranım. Onun kadar özgüveni olan, güzel-hoş, akıllı, zeki bir kadın olmak isterdim.”

– “Nerede… Her şey Allah’tan kardeş…”

Sözlerini duyacak, içinde kopan fırtınalara su serperek, bu güçlü Hayat’ı kıskanacaktı.

Birkaç yıl sonra okuldan, iki çocuklu ev hanımı olarak mezun olduğunda çok mutluydu. Birçok kişiye azmi örnek olacak gibiydi.

Hayat gibi çok yüksek potansiyele sahip bir yetenek, nihayet kendini ifade edebileceği ortamlarda bulunma fırsatını yakalamıştı.

Annesi çok güzel yemekler yapardı. Annesi kusur bulamasın diye, hep birileri tarafından gözetleniyormuş gibi, her şeyi iyi yapmaya özen gösterdiğinden tam bir yemek ustası olmuştu.

En iyi bildiği alanda iş kurmaya karar verdi. İşletme sahibi Hayat… Ne kadar kulağa hoş geliyordu. İş yerine ulaşmıştı, düşüncelerine ara verdi, arabasını park etti. Çalışanlara selam verdi.

Kiraladığı mekân, denizi uzaktan gören manzarasıyla içine sinmişti. Yaşamında istediği noktaya sonunda ulaşmış olmanın rahatlığı ve huzuru vardı. Geçmişe ait iyi kötü yaşanmış şeyleri düşünmenin bir anlamı da yoktu. Ne de olsa hepsi geride kalmış, hayalini kurduğu, en iyi yaptığı işi kazanca dönüştürmeyi başarmıştı.

Yöresel yemekler yapıyordu haftanın üç günü… Diğer günler farklı etkinlikler ve atölyeler düzenleyerek bu alanda adından söz ettiriyordu. Bu haftanın menüsünü aşçının memleketinden seçmişlerdi. O sebeple aşçı heyecanlıydı, dayanamadı ve seslendi:

– Hayat Hanım!

– Hayat Hanım!

Hayat, daldığı derin düşüncelerden aniden irkilir gibi damağını çekti. Aşçının gözlerinin içine baktı, her şey yolunda der gibi…

– “Siz hazırlıklara başlayın, usta. Ben geliyorum.”

Hayat mutfakta “Bayburt tava” için soğanı kavurdu. Bir kilo ince doğranmış kuşbaşı eti nazikçe tavaya bıraktı. Tavanın kapağını kapatır gibi oldu, fakat… Geçmişle hesaplaşmaya devam etti.

Gün ağardığından beri geçmişinden gelen birçok sahne, Hayat’ın gözlerinin önünden geçti durdu. Hiç kimse nedense itiraz etmiyordu. Bu alanın hâkimi de savcısı da Hayat’tı.

Annesi onun yaptığı hiçbir şeyi beğenmeyecek. O beğenmiyor mu? Hayat daha iyisini yapacaktı. Annesine hiçbir zaman kendini ezdirmeyecekti. Annesi hiç uslanmayacak, bıkmadan usanmadan bu sahne tekrarlanacaktı.

– “Eline sağlık, güzel kızım” lafını Hayat asla duyamayacaktı.

Yirmi beş gün önce, ebedi âleme göç eyleyen anneciğinin sesini özlemle duyar gibi oldu.

– “Hayat, bir işi de güzel yap” deseydi, masayı üç kere sildirip, “Yemek tuzlu mu olmuş?” deyip dudaklarını bükseydi, öfkeyle masaya vursaydı. Öfkesi dinene kadar, Hayat masanın altında saklansaydı… Şimdi bu sözlerin hepsinde sevgi kokuyordu, oysa geçmişte onda bıraktığı izlenim kızgınlık ve öfkeydi.

Hayat pişmanlık içinde mırıldanarak:

– “Hesaplaşamadık. Birbirimize gururdan sevgimizi gösteremedik.”

Hâlâ tetikteydi.

– “Ben senin dediğin gibi biri değilim.”

– “Ben senin dediğin gibi biri değilim.”

Feryadı ve isyanı…

– “Bir kere de ne olur, benim dediğim olsun, anne.”

– “Yok, hep onun dediği gibi olacak. O bana karşı asla mağlubiyet yaşamayacak.”

Annesi karşısındaymış gibi, “Kızım beni affet” dediğini duyar gibi oldu.

– “Kendi iyiliğin için beni affetmelisin.”

Annesinin onun içini sevgiyle ısıtan yanını “ilk defa” fark etti. Gözlerindeki yaşlara engel olamadı.

Hep olumsuz taraflarına odaklandığını düşündü.

– “İlla ölmek mi gerek anlamak için?” dedi.

– “Birbirimize sevdiğimizi söyleyemeden gittin, anne.”

İçinde kopan fırtınayı kimse tahmin bile edemezdi. Yüzündeki acı dolu ifadeyi saklamak için güneş gözlüğünü taktı. Ne de olsa hep güçlü görünmeliydi.

Aşçı seslendi:

– Hayat Hanım, yemekler yetişmeyecek. Ayrıca ünlü bir programcı bizim mekânda yer ayırttı, hatırlatayım.

– “Teşekkürler, dikkate alacağım,” dedi.

“Annenizle ilişkiniz nasıldı?” diye sorarlarsa ne söyleyecekti? Yüzünü buruşturdu, gözyaşlarını sildi.

– “Onu o zaman düşünürüz,” dedi.

Hayat tavanın kapağını açtı. “O etler mükemmel pişmiş.” Fırın tepsisine etleri güzelce yaydı. Dört-beş adet iri patatesi küp küp doğradı, kızartarak etlerin üzerine yaydı ve üstüne sekiz adet yeşil biberi ekledi.

En üstünü domatesle süsledi. Bir bardak salçalı su, karabiber, tuz, yağ ilavesiyle fırına yolladı. Yirmi dakika sonra ustaya fırından çıkarmasını söyledi.

Üstünü başını düzeltmek için ofisine geçti. Ofisin içinde sadece kendisine ait bir odası vardı. Manzarası, denizi uzaktan gören ve yeşilin her tonuyla insanı cezbeden bir görünümdeydi. Canı sıkkın olduğunda kendini buraya kapatırdı. Bu odadan çıktığında, hayran olunan Hayat’a dönüşerek çıkardı.

Yardımcısı, beklenen müşterilerin geldiğini haber verdi. Özenle giyindi, son kez mutfağa baktı…

Özel davetlilere bir konuşma yapması istendi. Her şey olması gerektiği gibi olmalıydı; o nedenle yüzünden gülümsemeyi hiç eksik etmedi.

Mükemmel diksiyonuyla mikrofonu eline aldı:

“Annemi kaybetmenin derin üzüntüsü bir yana, çok sevdiğim annem, ilişkimizde mesafeler koyardı. Çok pişmanım, o mesafeleri kapatmak için uğraşmadığıma.”

“Annem, ‘Gel bana sarıl, beni öp, ben sana sarılmayı, öpmeyi bilmiyorum’ diye, huysuzluklarıyla sürekli bana mesaj yollarmış. Bense o ne diyorsa tam tersini yapmayı isterdim.”

“Annem benden ne istiyor, anlamıyorum ya… İşte şimdi çözdüm. Onun bana isteyip de veremediklerini, benim onu anlayıp vermemi istiyordu.”

“Arzularım, ihtiyaçlarım tam olarak karşılanmadığı için huzursuz ve kızgındım. Baskı yoluyla karşılanmayan ihtiyaçlarım bende kızgınlık oluşturmuş, beni harekete geçiren bir eylem düğmesine dönüşmüştü.”

“Annemi anladığımda kendime güvenim arttı.”

“Biz insanlar sevgiye yatırım yapmak yerine, kazanmak üzere hesap yapıyoruz.”

“O beni yok etmeye mi çalışıyor? Ben var olmak için onun üstüne çıkmayı bir vazife bilmişim. O çok sinirliyken ona sarılmayı, ‘Neyin var?’ demeyi, ‘Canın çok mu yanıyor?’ demeyi gurur yapmışım. Hiçbir zaman ona ‘Seni sevmek istiyorum, senin de beni sevmeni istiyorum’ teşebbüsünde bile bulunmamışım.”

“Sevgili dostlar, yaşamın özü sevgi, şefkat ve merhamettir. Niye hep ‘Ben seviyorum’ deme, sev. Niye hep ‘Ben veriyorum’ deme, ver. Karşılık beklemek çıkarcılıktır. Asıl sevgi almadan vermektir. Kendimizi mutlu etmenin yolu, içimizdeki sevgiyi harekete geçirmek, eyleme dönüştürmektir. Siz siz olun, tüm sevdiklerinize onları ne kadar çok sevdiğinizi söyleyin.”

“Anladım ki mühim olan yaşamak olamaz. Başarıya ulaşmak sizi bir yere kadar mutlu edebilir; en önemli şey insan kalabilmektir, dostlar.”

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Danışman
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version