Arayış

Nazik Ömer 482 Görüntüleme 6 Yorum
4 Dak. Okuma

Yaradanı bulup anlamaya geldiğin şu dünyada içinde ondan bir öz taşıdığını bilmeden hep aramaktasın. Adına türlü türlü isimler koyarak içindeki o özün götürdüğü yere gitmeye çalışmaktasın. İnsanları görürsün, O’nu bulmak için hepsinin farklı bir yolu vardır. Kimi, camilerde ve kiliselerde ibadettedir, kimi sabahın erken saatlerinde meditasyonda, kimi yoga gruplarından birinde, kimi varlığını ancak o zaman hissettiği saatler süren yürüyüşlerinde… Dilindeki dualar, yaktığı mumlar, hep içindeki yaradana ait o öze ulaşmak, O’nunla bir olmak için. O’na ulaşmaya çalıştığın kalbinde, O’ndan bi öz var zaten.

Hallac-ı Mansur’u ipe götüren, mânâ gözü kapalı olanların asla anlamadığı “enalhak” düşüncesinin içinde olduğu bir öz. Nasıl ki Hallac-ı Mansur “enalhak” ile varlık yükünden kurtulup kendisini bir olana dahil saydı ise senin de bilmeden peşinden koştuğun nihai amaç budur. Mecnun’un Leyla’yı aramaya çıktığı yolculukta bulduğu yine O’ydu. Leyla, O’ndan bir parçaydı ki peşine düştü ve onu ararken bir olana ulaşıp Leyla’yı gözleri göremedi. Kavuşmanın da ayrılığın da geldiği yer aynıydı. Hallac-ı Mansur ipe götüren el ile “enalhak” düşüncesini ona veren elin aynı olması gibi.

Amaç O’nu bulmak ve O’nu anlamak ise kalp O’ndan gelene kabul duygusu ile dolmalıydı. O, yücelerin en yücesi, insanın kalbine dokunup onu duyan, dinleyen ve lazım olanı ona sunandı. Ruhuna iyi gelecek olanı, şifa olanı verendi her daim.

İnsan, anlamak istemedi bazen de. Hayatındaki olumsuzluklara bakarken; “Bana layık olan bu mu?” diye söylendi. Oysa demirin o şekli alabilmesi için önce yanıp biraz dövülmesi gerekmekteydi, insanın hamlıktan kurtulması için önce biraz pişmesine ihtiyacı olduğu gibi. İnsan işte, hemen hayrı göremedi, bazen de inkâra kalkıştı, bilemedi onun ruhu için iyi olanın , ihtiyacı olanın bu olduğunu. Teslimiyeti bilemeyip onu ondan daha iyi tanıyanın var olduğunu düşünemedi. Umut etmeyi kesti bazen de. Oysa O’ndan umut kesilmezdi. O, ol deyince olurdu. Hep sınırlı aklı ile anlayıp değerlendirmeye çalışırken anlayamadı sınırlı olan halinin sınırsızı çözemeyeceğini, yalnızca O’nunla bir olabileceğini.

Bir de kalp verilmişti ya insana, aklı onu çıkmaz bir sokağa götürdüğünde çaresiz kalmasın diye. Oysa onun da gözlerini bağlamıştı veya uyumasının daha makul olduğunu düşünenlerin bağlamasına müsaade etmişti. Açılır gibi olacağı zaman göreceklerinden korkup bilerek kapalı kalmasını istediği zamanlar bile oldu. Peki nasıl açılır kalp gözü? O, isterse açılır elbet yeter ki kulak verip dinle.

Dinlersen gökyüzünde süzülen ve bugün ne yiyeceğim tasasını hiç taşımayan bir kuşun özgürce uçuşunda, suyuna şifa gizlenen engin denizlerin dalgasında, adına bir gün dediğimiz doğup batması eksik olmayan güneşe bir şükür bakışında, bir yaşlının saç beyazında, bir böceğin ona ayrılıp eksilmeyen rızkında ve görmek istersen her yerde.

Arıyoruz hepimiz adına türlü türlü isimler koyarak. Bazen medite olmak , şifa çalışması, Carpe Diem diyoruz. İsimleri farklı olsa da kapılar O’na açılıyor, yollar O’na çıkıyor. Her şeyi dene, her yolu yürü ve bitir, en son varacağın nokta yine O, yine O’nun yolu. Her şey bu kadar aşikâr ve sen hala görmek istemiyorsan, demek ki var bir eksiklik belki de hamlıktan kurtarılmak için geçirmen gereken bir zaman. Fırsatları da kaçırmamak lazım tabi. Minik bir kıvılcım yakaladığında peşine düşüp o ne der, bu ne anlar, ben yapamam demeden değişmek lazım. Rotayı O’na çevirip elimizin altında duracak basit bir çiçek resmi için kocaman çiçek bahçelerinden de olmamak lazım. Yunus Emre’nin gönül gözü, layık göz, kalp gözü dediği gözünün açılması için verilen mesajları anlayabilecek bir arayış yoluna…

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Nazik Ömer
Bağlantılar:
Öğretmen
6 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version