Aşk Pınarından Su İçmek

Mehmet Aluç 363 Görüntüleme Yorum ekle
8 Dak. Okuma

İnsan yaşarken umduğuna kavuşmaması bir yara mıdır, imtihanı mıdır onu o an bilemiyordum. Daha sonrasında hasret içinde kalınca, bu hasret onu kemirerek güçsüz bırakması da nedir onu da bilmiyordum. Sadece aşkla seviyordum ben. Bunun karşıma tesadüfen çıkan bir olay olarak biliyorum ve ilacı bu âlemde olmayan bir dert midir, sezemiyordum. Aslında bunu anlatmak zor olsa da anlatarak rahatlamak istiyorum, kabul görürseniz eğer. Bunun ilacı o an bulunmadığını bilsem de, şimdilerde bilmem beni rahatlatıyor, buna ileride değineceğim. Bu öylesine doğaüstü bir olayda değildi. Acaba rüya mı gördüm, uyandığımda bitti gibi bir mesele de değildi; besbelli âşık olmuştum. O an kavramanın ötesinde olan bu hasreti size anlatacağım. Sevmek benim için önemliydi, lakin sevilip sevilmediğimi de bilmiyordum. Ona söylemeye cesaret edemiyordum. 1975’lerde öyle âşık oldum. “Seni seviyorum”u söylemek şimdilerdeki gibi kolay ve aşikâr söylenen bir söz değildi. Duygularını öyle ortaya sererek “Seni seviyorum, sen de seviyor musun?” diye söyleyemezdik, sadece küçük bir not ile “Seni seviyorum”u yazdım, verdim. Gerisinde bir cevap gelmedi. Ben de bir daha soramadım. İşte en büyük hatam ve eşekliğim bu oldu. Belki de böyle olması gerekiyordu, Rabbim böyle istemiştir. Lakin o gençlik çağında akıl havada, nereden bilebilirdim ki aşk hakkında detaylı bilgiyle. Neyse, ben memlekette olmadığım sıralarda isteyen olmuş, vermişler. Aslında sevdiğim her halimden belli iken söyleyemedim ya, onlar da bal gibi anladılar da değer vermediler. Neyse, elimden kaydı ve gitti.

Aşk bu, geldi mi akıl mı bırakıyor insanda? Ne varsa alıp gidiyor. Gönül meselesini gönülle sevileceğini bilsem de ayrıntılı bilmiyorum. Gözlerine bakarak kelebekler gibi uçuyorum, her an görmek için yanına gidiyorum, kahkahalarla gülüyoruz, neşeleniyoruz. Hayatıma doğan ikinci bir güneşti o, etrafımı aydınlatan, daha sonrasında beni karanlıkta bırakan. Hasreti ile baş başa bırakması elbette ki benim suçumdu, yüzde yüz. Bedbaht olsam da sahip çıkmalı haykırmalıydım, olmadı! Büyülü aşk dolu bakışıyla bir daha baş başa olamadım. Şimdi uzaklarda onsuz yaşamak nasıl diye sormayın, bu anlatılmaz. Bir köy düşünün, içinde yaşayanlar sanki akraba gibi şen, neşeli, her türlü kargaşadan uzak ve sakin bir hayat. Ben Bahattin, o işe gülümser adların ne önemi var ki? Şimdi ne orada ne burada olmayanı düşünürken, burada olamayanı düşünmek nasıl teselli verir ki acaba? Soramadım kendime, işte kaldım böyle çivi ile yere çakılmış halimle. Gamzelerinin çukuruna gömülerek ölmeyi istediğim halde olmadı, orada fazla dolaşamadım, güllerini deremedim işte. Saçlarının kendi kokusuyla ile ay yüzü hiç gözüm önünde gitmez, nasıl gitsin ki? Şimdi onunla onsuzluğa her uyandığımda kâbusa uyanmış gibi oluyorum. Sonraki her gün aynı kâbusa uyanıyordum. Artık ben seçmiştim, evet ben seçmiştim o anlar bilemesem de, şimdi biliyorum. Şimdi dört duvar arasında hep karanlıktayım, bir pencere ya da bir menfez de yok ki aydınlık dünyaya bakayım. Bu haldeyim yani. Bir aşk ırmağının başında elinden bir tas su içmiştim, o kadardı sanki. Lakin içtiğim su bambaşka bir suydu, o suyun tadını başka hiçbir kaynaktan içemedim hâlâ.

Aşkta vuslat bu dünyada mümkün değilken, benimkisi öylesine karşılıklı derin bir aşk mıydı bilemiyorum o an. Şimdi ise hemen hemen aynı aşk, lakin hasreti içinde barındıran aşktı. Yanık bir yürekle yaşamaya çalışan ben, o ise bilmiyorum ne haldedir, soramıyorum hâlâ. Bu hicran dolu halimle o an kabullenmek zorunda kaldım, isterdim ki Rabbim buna bir el atsın. Lakin Rabbim benim el atmamı isterken, beni çekimser kalmam aşkımızı yaralamış, zarara ve ziyana uğramış haliyle benim adım atmamı istedi elbette ki. Aşkı verdi, devamını sen getir kulum dedi belki de. Lakin bende ki salaklığın ölçüsü yok, o zamanlarda aşktan açıkça söz etmek de ayıptı ve gereksizdi galiba. Ben durdum, zaman durmadı, durmasını isterdim o halimle durmadı, ilerlemeye devam etti. İçimde yıldırımlar çakıyor, lakin beni ve içimi aydınlatmıyordu. Yağmur olmuş gözlerim, aksa da susuzluğumu, çölümü yeşertmiyordu.

Uzun zamandır sesini duymamış, yüzünü görmemiştim. Aşk gönül bahçeme kendi ellerimle dikenleri dikmememi vesile olmuştu? Nasıl anlatılır ve nasıl anlaşılırdı, kime sormalıydı? Ben bir kalem, o bir cümle iken o cümleyi gönlüme yazamamıştım ya da ben ondan habersiz mi yazmaya çalışıyordum? Ömür boyu susmayı seçtim. Bir daha konuşmadım onunla bu konu hakkında. Rabbime doğru yöneldim, o arada nasıldı bilmem ama içimdeki boşluğu Rabbimin huzurunda iken doldurabiliyor ve kalbimdeki çığlıkları o anda susturabiliyordum. Yokluk dediğim Rabbimden ayrı olmakmış, şimdi anladım o zamanlarda bu kadar bilgi sahibi hiç değildim. Aşkla sevmeye ve sevilmeye hazırdım, gerisi sonra gelirdi, havasına bağlıydı gençlik halimle. Bir ömür onunla olacağımı, gözlerine bakacağımı sanırken bir an baktım ve kayboldu, gitti yanımda. Her sabah bunu isteyen bendim ki acısını, ıstırabını çekiyordum. Oysa ilk önce aklım uyanacağına hissiz bedenim uyanıyor, aklım başında olmadığında ne halde olduğumu hiç bilmiyordum ki. Artık sokaklarımı sokak lambaları da aydınlatmıyordu, bana küsmüşlerdi aşkıma sahip çıkamadığım “seni seviyorum” diye haykırarak söylemediğimden dolayı. Âşık insan her hali kendine sorarmış, ondan cevap alırmış, ben soramadım ve bir cevap alamadım, cevapsız kaldım. Aşk insanı hasretiyle böylesine mi yakarmış tatlı bakışlarının altında tatlı tatlı, hiç isyana koşmadım, tevekkülle sabırla bekledim biliyorum. Düşlerimde aşkımla kokusu kokuyordu, uzakta da olsa bana yetiyordu sanki. Evlenmiş ve gitmişti, bitmişti anlayacağınız. Ötesine yürümeye ne gerek vardı ki? Şimdi bazen karanlık sokaklarımda gözlerindeki aşkın parıltısı aydınlatıyor gibi, aydınlık çökünce işte o geliyor sanırken gelen ya bir otomobil ya da bir kamyondan başkası olmuyor!

Gözlerim tek bir gözle uyanıyor, bir çift gözle değil. Sevdam gönlümde yıkık haliyle duruyordu sessizce, dokunamıyordum, bana sırtını dönmüştü. Köydeki canlılığım da kalmamıştı, çeşmenin başına gidecek halim de. Sonralarında alıştım ve unutmaya çalıştım, mümkün olmasa da hayatı kendi haline bıraktım. Hasretim benden önce adım atıyordu, atsın dedim. Karşılıksız da sevilirmiş dedim, aşkla sevmeye başladım içimde. Yokluğunun ötesinde de insan sevebilirmiş, öğrendim.

Aradan geçen zaman zarfında tevekkülle yürüyordum şimdilerde bildiğim halimle. Olanla ölmüşe çare yoktu, bir bunu biliyordum ve gerisini Rabbime havale ediyordum kendi halimle. Penceremin önünde geçerdi, artık geçmiyor diye penceremi hep açık bıraktım, belki bir gün açık görür nasılsın der diye sorar diye. Oldu mu, olmadı. Özlemekten başka bir şey yaşamadım, onu da içimde sessizce yaşadım durdum. Artık renklerin rengi de beni ilgilendirmiyordu, etrafım karanlık iken sonrasında aydınlanmaya başladı.

Yaram kabuk bağlayarak iyileşmeye başladı diyemem, lakin acılarım tevekkülle etkisini yitirmeye başladı. Rabbime sığındım, zaten başka sığınılacak bir liman yoktu, bunu öğrenmiş oldum en sonunda. Yazdığım şiirlerim yandı, benimle ben yandım, aydınlandım. Aşk deryası uzun, sonsuza uzanan bir âlemmiş, gezinmiş oldum, bilmiş oldum. Gözyaşlarım sanki şiire dönüşmüştü, yazdıkça yazdım. Duvarlarla konuştum, ne konuştuğumu sormayın. Duvar bana sırdaş, ben duvara sanki sırdaş oldum sonunda. Bunu da bıraktım, Rabbimle konuştum dualarımla.

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Mehmet Aluç
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version