6 Şubat sabahına ülke olarak bir deprem haberiyle uyandık. Bu her zamanki 4 ya da 5 civarlarındaki depremler gibi değildi. 8 büyüklüğüne yakındı. Şiddeti ve yıkımı 99 Marmara depreminden daha da büyüktü. Güneydoğu’daki 11 ilimizi kapsıyordu. Milyonlarca vatandaşımız evsiz kalmış, on binlercesini de kaybetmiştik. Hatay başta olmak üzere birçok şehrimiz tamamına yakını yıkılmış, haritadan ve tarihten silinmişti. İlk zamanlarda hepimiz bir şok halindeydik. Aciz insan düşüncesine göre, böyle bir şey nasıl olabilirdi! Yine acizliğimizle olayın büyüklüğünü bir türlü idrak edemiyorduk. Haber kanalları bu büyük depremden, “Asrın Felaketi” olarak bahsediyorlardı.
İlk günden itibaren necip Türk milleti kardeşliğini, dayanışmasını, birlik ve beraberliğini gösterdi ve yurdun dört bir köşesinden Güneydoğu’muzun yaralarını sarmak için seferber oldu. Başta devletimiz olmak üzere vakıflar, STK’lar, siyasi partiler, sanatçılar, halktan varlıklı, yoksul, doğulu, batılı, sağcı, solcu, az, çok hepimiz elimizden geleni yapmaya çabaladık ve çabalayama da devam ediyoruz.
Yurdumuzla birlikte tüm dünyanın da harekete geçip yardıma koşmaları acılarımızı bir nebze olsun hafifletiyordu.
Enkazın altından her çıkan canla sevinirken ve şükrederken, cansız bedenlerin artışı da bizleri kahrediyordu. Doğum esnasında göçük altında kalarak vefat eden ama bebeği yaşayan anneler… Beyaz elbiseli bir abla tarafından korunduğunu ve doyurulduğunu, bir şey yemek isteyip istemediği sorulduğunda tok olduğunu söyleyen çocuklar… Dün ev kirasını arttırmak isteyen, bugünse yıkılan apartmanının enkazı yanında kiracısı ile ısınmaya çalışan ev sahipleri.. yıllar önce vefat ettiği halde göçük altındaki yavrularını kurtarmaya gelen anne.. 10 gün sonra bile gülerek, tekbir getirerek ve şuuru açık bir şekilde çıkarılan insanlar… “Önce çocuğumu kurtarın” diyen babalar… kuşunu günlerce elinde tutup koruyan evlatlar… Dış ülkelerden yardıma gelip Müslüman olan insanlar…
Günler geçtikçe ve bu yaşananları gördükçe artık olayın neden olduğunu sorgulamayı bıraktık, yaşanan mucizeleri, hikmetleri görerek sanki farklı bir manevi boyuta geçtik. Kimimiz sürekli ertelediği namazlarına, kaza oruçlarına, Teheccüdlerine başladı, kimimiz malın, mülkün, giyim kuşamın, makam mevkiin ne kadar boş ve geçici olduğunu idrak etti, kimimiz kavganın, küslüğün ne kadar gereksiz olduğunu, birlikteliğin, sevginin önemini kavradı, “Bugün varız yakın yokuz” , “Üç günlük dünya” cümleleri, “Şimdi varız az sonra yokuz” , “Bir anlık dünya” ya dönüştü.
Daha onlarca, yüzlerce bilmediğimiz mucizeler, hikmetler, alınan dersler, ibretler… Tabii bunların yanında aklımızda deli sorular da dolanmıyor, onları dile getirmiyor da değiliz. Binaları, şehirleri inşa edenler insan canını nasıl bu kadar hiçe sayarlar! Ahiretimizi kurtarmaya başlamak için niye illa musibet yaşamamız gerek! Bolluk içinde nimetlere şükretmeyip nankörlük ederken, niye artık sabahları gözlerimizi açtığımızda sağ olduğumuz ve evimizin durduğunu görerek şükrediyoruz!
Evet, Allah (c.c) biz kullarını aciz, kusurlu ve nefsle birlikte yaratmış fakat bunların yanında akıl, kalp, vicdan, merhamet gibi hasletler de vermiş. İnsanlara güvenmeyi değil, yalnızca Kendisine güvenip dayanmamızı istemiş. Aşırıya kaçtığımızda da bazen şahsi bazen de toplu imtihanlara alıyor bizi.
Silkelenelim, kendimize gelelim ve O’nun ipine sımsıkı sarılalım diye…
Allah (c.c) asrımızın imtihanının yaralarını sarmayı, ders alarak çıkmış olmayı cümlemize nasip etsin inşallah.
Çok güzel özetlemişsiniz.zamana yaşananlara tanık hep birlikte olduk.Rabbim birdaha yaşatmasın.Bizleri gafletten uyandırsın.İyliğe,güzelliğe, bir ve beraber olursak hak yolunda yürümeye umutlarin tükenmediği yarinlara merhaba teşekkürler yazar Neşe Kayan hanımefendi sevgi ve saygilar. Behiye yalım
Çok teşekkür ederim Behiye Hanım. AMİN..