Çocuk… Kime denir çocuk? Yaşı küçük olana mı? Tabi ki hayır…
Yaşı kaç olursa olsun, içindeki çocuğu kaybetmeyen ve bu çocuğa ses veren her insan çocuktur. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk de böyle düşünüyor olmalıymış ki, çevresinde değer verdiği herkese çocuk diye hitap edermiş. Kim onun hoşuna gidecek bir söz söylese “ilahi çocuk” diye gülümseyerek tepki verirmiş. Çünkü Atatürk için çocuk demek sevgi demekmiş. O zaman çocuklar ve içindeki çocuğu her daim yaşatanlar bu yazımız sizler için .
O’nun açık mavi gözleri her yerde çocukları arardı. Çağdaş ve mutlu Türkiye´yi çocuklarda görür ve çocuklarda bulurdu. Tüm yurt gezilerinde çocuklara sevgi ile yaklaşır, onlarla uzun uzun konuşurdu ve dilinden çocukları asla düşürmezdi. “Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz.” Bu sözlerinden Atatürk’ün çocuklara ne kadar önem verdiğini anlayabiliyoruz.
Babalık duygusunu hiç tadamamış Ulu önderimiz, ama buna rağmen tüm çocukları kendi evladı sayıp onların sevgisi ile çocuk hasretini gidermiştir. Hiç tadamadığı babalık duygusunu, çocuk hasreti ile birleştirip işte öyle sevmiş her toy fidanı. Onların okumlarını, eğitimli, kültürlü ve vatana faydalı birer bireyler olmalarını arzu ederdi, gittiği her yerde de mutlaka değinirdi buna.
“Gelecek için hazırlanan vatan evlatlarına, hiçbir güçlük karşısında yılmayarak tam bir sabır ve metanetle çalışmalarını ve öğrenim gören çocuklarımızın ana ve babalarına da yavrularının öğreniminin tamamlanması için hiçbir fedakarlıktan çekinmemelerini tavsiye ederim.” diyerek çocukları okutmaya teşvik ederdi.
Okul ziyaretleri yapmayı da ihmal etmezdi tabi Ulu Önder, ne kadar yoğun olursa olsun kendisine ilaç gibi gelen yavruları ilim yuvalarında görmek onu mutlu ederdi. Çocuklar da onu görmekten müthiş bir mutluluk duyardı. Arşivlere giren bir sürü okul anısı vardır. Bu anılardan biri de şöyledir:
Günlerden bir gün Atatürk yine bir ilkokula gitmişti. Her zaman olduğu gibi bütün çocuklar etrafını sardılar. Hepsi sevinç içinde onu alkışlıyordu. Yalnız küçük bir çocuk bir kenara çekilmiş, ilgisiz gibi duruyordu. Bu durum Atatürk’ün gözünden kaçmadı. Onu yanına çağırdı:
– Çocuğum, neden durgunsun? Bir derdin mi var? Hasta mısın? dedi. Çocuk cevap verdi:
– Bir şeyim yok efendim. Sonra arkasını döndü. Gözlerinden akan yaşları gizlice sildi. Atatürk bunun üzerine:
– Niçin ağlıyorsun yavrum? Sen ağlayınca ben üzülüyorum, dedi.
Küçük çocuk, o vakit yaşlı gözlerini Atatürk’e çevirdi:
– Atam, seni böyle yakından görmek isterdik. Geldin, gördük, sevindik. Ama artık sıramızı savdık. Bir daha seni ne vakit göreceğiz? Ona ağlıyorum. Atatürk, o vakit bütün çocuklara baktı:
– Beni her vakit görmek isterseniz, aynaya bakın. Siz Türk çocukları benim birer parçamsınız. Ben de sizin.
Atatürk’ün koca kalbinde, çocuk öyle bir yerdeyde ki, onlar için herşeyi ince ince düşünürdü Bunun için 1920’lerde bu kadar siyasi kargaşa olmasın rağmen yine de çocukları unutmadı. TBMM’yi açarken bu gelişmenin Türkiye tarihi için önemli olduğunu biliyordu.
Gelin biraz da Mustafa Kemal Atatürk’ü, bu evlatlardan biri olan Sabiha Gökçen’den dinleyelim. Verdiği bir röportajda manevi babasını şu sözlerle anlatır Gökçen:
İstiklâl Savaşı sonunda 1924’te Atatürk Bursa’ya gelmişlerdi. O defa kendisini yakından görmek çok istedim, ama bu nasip olmadı göremedim. Ertesi sene 1925’te tekrar geldi Atatürk Bursa’ya. Atatürk’ün misafir edildiği köşk, bizim evimize çok yakındı. Yani, bahçeler hemen hemen birbiri içerisine girmiş durumdaydı. Ben azmettim mutlaka Atatürk’ü yakından görmeye. Onun elini öpmeyi çok istedim.
Ben o zamanlar 12 yaşındaydım, ilk okula başlamıştım. Ama Bursa biliyorsunuz işgal edilmişti, ben İlkokulu sonra burada, Ankara’da bitirdim. 12 yaşımda ilkokulu bitirmiş olmam lâzım ama, şu sebeplerle geç kaldım: Yunanlılar tarafından Bursa işgal edilmiş ve bu sırada okullar tamamiyle kapatılmıştı. Her aile gibi beni de ailem okuldan aldı. Ben 3 üncü sınıfa kadar okuyabildim. Bursa’da 1925’de bir sabah Atatürk’ü misafir edildiği köşkün bahçesinde gezerken gördüm. Bizim evimiz de biraz evvel söylediğim gibi bitişikti. Hızla atıldım o tarafa. Fakat beni geçirmek istemediler tabii. Atatürk bunu görüyor ve hemen işaret ediyor, “bırakın gelsin” diyor. Ben Atatürk’ün yanına koşa koşa gittim. Tabi büyük bir heyecan içerisinde idim. Atatürk büyük bir insandı biliyorsunuz, küçüklerle konuşurken de hemen onların heyecanını gidermesini, onların seviyesine inmesini, bilen bir kimseydi. Benim heyecanımı çarçabuk Atatürk yok etti ve bana sordu:
– Kimsin, kimin kızısın, beni neden görmek istiyorsun? Ben de Atatürk’ü candan görmek istiyordum. Bir taraftan da içimde ayrı bir arzu vardı, okumak istiyordum, yatılı okula gitmek istiyordum. Çünkü o tarihlerde anne ve babamı kaybetmiştim. Abim İstiklâl Savaşı’na karışmış, dönüp gelmişti, fakat onun da çocukları vardı. Ben istiyordum ki ayrı bir okula gideyim ve orada yetişeyim. Bunları söyledim kendisine.
– Peki, dedi; Ben seni evlât olarak alırsam gelir misin benimle beraber?
Hayatının en mutlu sorusu ile kimselere nasip olamayacak bir hayata başlayan Sabiha Gökçen şöyle devam eder sözlerine:
Daima müşfikdi, daima iyi idi. Ben Atatürk’ten gördüğüm şefkati hiçbir zaman kendi ailemden görmedim, Atatürk her gün her şeyimle meşgul olurdu.
Günümüzde yaşadığımız, tüylerimizi diken diken eden çocuk istismarlarını karşı Ulu önderimizin bir sözü ile son verelim yazımıza. “Çocuklar her türlü ihmal ve istismardan korunmalı, Onlar her koşulda yetişkinlerden daha özel ele alınmalıdır.” SEN DE BU ÇOCUK İSTİSMARLARINA ARTIK DUR DE. İYİLİK GÜCÜN OLSUN…
Elinize emeğinize sağlık cok guzel bi yazi 😊
Teşekkür ederim ❤️🙏