O gün yine gülümseyerek uyanmıştı yatağından. Penceresinin önünde duran menekşelerine su verdikten sonra dışarıda ötüşen kuşları dinledi biraz. En sevdiği şarkıyı mırıldanarak odanın içinde dans etmeye başladı; bu, her sabah yaptığı ritüel gibiydi adeta onun için. Mutlu uyanmayı seviyordu ve bunun için kendisine bir sıralama belirlemişti. Sabah kahvesini içmeden güne başlamaz, hiçbir şey yapmazdı.
Ah Ayla, ne kadar güzel ve alımlı bir kadındı. Etrafına neşe saçan ama içini kimseye açmayan o zarif yüreğin ne kadar da yaralıydı oysa… Sabah kahvesini içerken kitap okumayı çok severdi; genelde aşk romanları okur, sevdiği cümlelerin altını çizer ve okurken aklına gelen güzel cümleleri de kitabın boş yerlerine yazardı.
Mesleği ressamlıktı ama yıllardır resim yapmamıştı. Resim yapmayı bırakması, onu tanıyan herkese anlamsız geliyordu çünkü kimse nedenini bilmiyordu. Ara sıra ziyaret ederim evinde, hâlâ dışarı çıkamadığı için biz gidiyoruz yanına. Zor zamanlardan geçen bu güzel kadın, hâlâ kalbindeki acıyla gülümsemeye ve etrafına belli etmemeye çalışıyor çünkü.
O, bir ateş böceğine âşık oldu ve bu aşk onun hayatını yerle bir etti.
Yaklaşık üç yıl önceydi. Ayla, resim yapmak için kendine deniz kenarında bir yer bulmuştu ve kulaklığını takıp etrafa bakınıyordu. Derken onunla göz göze geldi. Öyle göze çarpan bir yakışıklılığı ya da aman aman bir karizması yoktu ama aralarında güçlü bir çekim olmuş olacak ki ikisi de görür görmez birbirlerine âşık olmuşlardı.
İsmi Selçuk’tu, bir şirkette yönetici olarak çalışıyordu ve çok nazik bir adamdı. Ayla’yı kendine nezaketiyle hayran bırakmış ve birkaç haftada kendine bağlamayı başarmıştı. Ayla artık tanıdığımız Ayla değildi; bizi, yani dostlarını, gözü görmez olmuştu. Sadece Selçuk’la vakit geçiriyor, ondan başka hiçbir şeyle ilgilenmiyordu.
Resim kursunda öğretmenlik yapıyordu ama orayı bile aksatmaya ve bir süre sonra hiç gitmemeye başladı. Günler, haftalar, aylar böyle geçip giderken, gözü aşktan kör olan Ayla bizden ve etrafındaki herkesten kopmuştu. Aslında neler yaşadığından habersiz, kendi aramızda “Aşkı buldu, bizi unuttu” diye çekiştiriyorduk.
Bir gün Üsküdar’da karşılaştık ama çok zor tanıdım çünkü bu benim Ayla’m değildi. Gözleri kan çanağına dönmüş, yüzü gözü ağlamaktan şişmiş, berbat bir haldeydi. Sarıldım,
“Neler oldu sana, bu halin nedir?”
deyince bir çuval gibi attı kendini boynuma ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ne konuşmaya ne de yürümeye mecali vardı. Belliydi, kötü bir şeyler olmuştu ve yardıma ihtiyacı vardı.
En son bıraktığım kadın gitmiş, yerine tükenmiş bir kadın gelmişti. Onun evi yakındı ve hemen eve gittik. Ev, ev olmaktan çıkmış, Ayla’dan bir farkı yoktu. Aylardır temizlik yapılmamış, el sürülmemiş olduğu çok belliydi. Üzerimdekileri bir yere koyarak etrafı toparlamaya başladım. Ayla da üzerini değiştirip yanıma geldi.
“Hadi anlat, neyin var tatlım?” dedim.
Biraz mahcup bir şekilde,
“Ben bittim Büşra, kalbim acıyor, canım çok yanıyor. Ben artık iflah olmam,” dedi.
Selçuk meğer bir yalancıymış. Kadınları kandırıp gönlünü eğlendirip çekip gidermiş.
*”Bir hafta boyunca yanımdan hiç ayrılmadı, beni kendine âşık etti. İltifatlarıyla, nezaketiyle başımı döndürdü, sonra ortadan kayboldu. Verdiği numara kapalıydı ve ben adresini bilmiyordum. Ona on gün ulaşamadım, perişan oldum, aklımı kaçırıyordum. Sonra çıkıp geldi. ‘İşim vardı, şehir dışına çıktım, telefonum bozuldu,’ bir sürü bahane uydurdu.
İnanmadım ama inanmış gibi yaptım tabii. Bu kaybolmalar çoğaldı ve son gelişinde sinir krizi geçirdim, evden kovdum. O günden sonra haber alamadım. Haftalardır arıyorum ama ulaşamıyorum. Onsuz nefes alamıyorum, bana ne yaptı böyle, niye yaptı, anlamıyorum.”*
Evet, Ayla anlatırken kanım dondu desem yeriydi. Bu nasıl bir vicdansızlıktı! Bu yaptığının affı yoktu.
Ayla’ya sarıldım ve “Üzülme arkadaşım, sen bir ateş böceğine âşık olmuşsun,” dedim.
Ayla şaşkınlıkla,
“Ateş böceği mi? Nasıl yani?” dedi nihayet gülümseyerek.
“Evet, o bir ateş böceği. Düşün, karanlıkta ateş böceğini görebilir misin? Hayır. O kendini gösterirse ışık saçar ama istemezse karanlıkta kaybolur ve bulamazsın. İşte tam da onun gibi.”
Ayla, “Haklısın Büşra. Hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Bilmem gerekenleri değil, yalanları anlatmış sadece. Ve şimdi kayıp, bulamıyorum,” dedi.
Güzel gözlerinden süzülen yaşların arasında, titreyen dudaklarına rağmen zar zor konuşuyor, her şeyi anlatmaya çalışıyordu.
Evet, o yalancı adam bir ateş böceğiydi. İstediği zaman göründü ve sonra kendi ışığıyla birlikte arkadaşımın ışığını da söndürdü. Ayla’yı bu kadar yaralayan ona olan aşkı mıydı, yoksa kandırılmış olmak mı?
Bir kadının hayalleriyle oynamak bu kadar kolaydı işte. Hayatını yerle bir etmek bu kadar basitti. Arkasında bıraktığı tahribat umurunda olsaydı, zaten yapmazdı. Ama bu tür insanlar sadece kendi hikâyelerine renk katmak için bu oyunları yapıyordu ve maalesef kaç kadının hayatı yıkılmış, önemsemiyorlardı.
Ayla tam iki yılda toparlandı. Tekrar yüzünün gülmesi, koskoca iki yıl götürdü hayatından. İki yıl çok uzun bir zaman dilimi… Ayla’m, iki yıl kırık kalbini onarmak için, yaralarını sarmak için, tekrar hayata dönmek için uğraştı.
Şimdi, “Sabahları mutlu uyanıp güne öyle başlıyorum,” diyor ama kimse görmese de ben görüyorum; canı hâlâ yanıyor. Yeniden resim yapmaya başladı ama sadece evdeki eşyaları çiziyor, dışarı çıkmıyor.
Gururu ve kalbi kırılmış bir kadın kolay iyileşemiyor. Belki bir gün yeniden gülümseyecek ve eski hayatına olmasa da yeni bir başlangıç yapacak ama içindeki sızı kolay geçmeyecek.
Zaman her şeyin ilacıdır derler, umarım doğrudur.
Şems-i Tebrizi’ye sormuşlar:
Madem ki kader var, nedendir bu çaba?
Şems şöyle cevaplamış:
“Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir, lakin tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir.”
Girdiğimiz yanlış bir yol belki hayatımızı olumsuz etkileyebilir. Fakat unutmamamız gereken bir şey var: Dikenli yollar çoğu zaman gül bahçelerine, yemyeşil kırlara çıkar.
Mutlu olmak için çabalamaktan asla vazgeçmeyin.
Hayatta almamız gereken dersler vardır ve yolun devamı için bize rehberlik eder. Güzel yollara düşmek ve sonunda güzelliklere ulaşmak dileğiyle…
Sevgiyle kalın.