Aydınlık Günler

Aysel Gedik 622 Görüntüleme 3 Yorum
13 Dak. Okuma

Yeni bir gün. Bilmem kaçıncı kez doğan güneş…

Mehmet amca da saymamıştı. Nasıl saysın 70 yıl… Kaç mutlu, kaç mutsuz, kaç uykusuz günleri oldu. 70 yıl geçti ve dünyaya ilk gözlerini açtığı gibi yine yalnız, yine savunmasız; yaşlı, yine hüzünlü; ağlıyor. Böyle geçen yıllar. Böyle düşündüğü kaçıncı sabah…

Yine hüzünlendi Mehmet amca, ‘en iyisi bir çay yapmalı, yüreğimi ısıtmalı diye düşündü.’ Yıllardır kullandığı çaydanlık… Hanım ile aldıkları zamana gitti ister istemez. O zamanlar böyle çeşitli, süslü püslü şeyler yok, her şey tek tipti. Hanım ile alışveriş yapmak için çarşıya gitmişler mutfak için birkaç parça eşya almaya gelmişlerdi. Hanım öyle her şeyi beğenen bir kadın değil, ince eleyip sık dokuyan biriydi. Ama bu sefer nasıl olduysa görür görmez çaydanlığı eline almış ‘hadi bey, bunu alalım’ demişti. O günleri hatırlayınca birden gülümseyiverdi. O günlerden kimse kalmamıştı. Hanım yıllar önce toprak olmuş, çocuklar da iş güç sahibi olmuş, haliyle buralara gelmez olmuşlardı. Onlar da kendince haklıydı tabi. Bir ihtiyara bakmak çok zordu. Onun dışında kendi işleri 1 gün çalışmasalar maaşlarından kesilirdi. Zor olan geçimi daha da zorlaştırmaya hiç gerek yoktu. Kendisi de zaten şehirde rahat edemiyordu.

Eski toprak sonuçta, ayak toprağa basacak, sabah uyanıp pencereden dışarıya bakınca beton binalar yerine ağacı, kuşu görmeye alışmıştı. Şehri, kalabalığı sevmiyordu ama çocukları da çok özlemişti. Hele de görünce canına can katan torunlar. En son gördüğünden bu yana baya da büyümüşlerdir diye düşündü. Dile kolay tam 5 yıl… Kaç kez saçları uzamıştır, göz rengi de değişmiştir tabi bebek sonuçta. O gözlerinin yumuk yumuk oluşu daha dün gibi aklımdaydı. O ilk torunuydu. 3 Oğlu, 2 kızı vardı. İlk evlenen en büyük oğlunun ilk çocuğu kendisinin de ilk göz ağrıydı. O günde tüm çocukları onun bu en güzel anında onu yalnız bırakmamışlardı. Uzun beyaz hastane koridorunda ellerinde Umut, dilinde ‘maşallah’ kelimesi hiç eksik olmamıştı. Aradan 1 yıl sonra da Zehra kızının da bir evladı olmuştu. Onunda minik Ayşe’si doğarak evlatları ona 2.kez dede olmayı tattırmıştı. Şimdi oturduğu evin duvarları olsa da konuşşa… Torunlar ile bu evde az koşturmamış, evlatları ile en komik anıları konuşup kahkahalarını attıkları pek çok günler artık geride kalmıştı. Şimdi ise dört duvar arasında resmen tıkılıp kalmıştı. Bahçede iki üç iş yapsa hemen yorulur, başı döner, şu iki adım yolu bile nefes nefese çıkardı. Bazen de zar zor inerdi. Çünkü duvarlara alışkın değildi. Baktıkça ruhu sıkılır başka odaya geçse de yine bu durumdan kurtulamazdı. Aradan geçen onca güne ve yaşına rağmen hala daha adım atabiliyor olduğu için her gün Allah’a dua ediyordu. En iyisi şu merdivenlerden inip yeşil bahçesinde nefes almak güzel olacak düşünüp inmek için oturduğu yerden kalktı. Çünkü yine geçmiş arasında sıkışıp o günleri hep özlemekten yorulmuştu. Ama bacakları, nefes nefese kalmıştı. Masaya tutunup kendisine bir bardak su doldurdu. Elleri de hep titrerdi. ‘Oh çok şükür hamdolsun’ diyerek bardağı masaya bıraktı. Hemen yan taraftaki sedire kendini bırakıverdi. Bu günde hava serin ile ılık karışıktı. Güneş biraz otunca insanı yakar, gölgeye geçince de fazla serin olurdu. Güneş Mehmet dedeyi yine yaktı, hemen yeleğini çıkardı. Masaya gelişigüzel bırakmak için ileriye doğru eğildiğinde en sevdiği can dostunun ona doğru geldiğini gördü. Yine gözleri parlıyordu. Şu zamanlarda onu en mutlu eden şeyin arkadaşının varlığıydı.

– ‘Ooo kader ortağım, geçmişsin güneşli bahçende oturuyorsun demek.’

– ‘Ne yapayım devrem, şu duvarlar üstüme üstüme geliyor artık. Her şey iyice beni yormaya başladı. Biz evvelden şen şakrak, mutlu kalabalıktık.’

– ‘E tabi devrem, bu evde hep geniş aileydiniz, mutluydunuz. Her evde konuşulur imrenerek bakarlardı. Ama üzülme, hem senin onları bu yaşa getirip onları iyi etmek için onca çaba sarf ettin. Şimdide böyle yanlarında değil diye söylenme’ diyerek onu teselli etti. Eee tabi haklıydı arkadaşı, ama bunlar sözde kolaydı.

– ‘ Eee senin çocuklar nasıllar? Afiyetleri yerindedir inşallah.’

– ‘Hamdolsun çok şükür iyiler. Eh bilirsin artık yetişkin oldular ve yuva kurmalarını istiyorum. Daha bu konuda bir ses çıkmadı. Hiç biri çevresine bakmıyor. Ben dediğimde de kıyameti koparıyorlar.

– ‘Aman be devrem, bak bana benimkiler iş güç sahibi oldular sonra evlendiler bende şimdi evde tek başımayım.’

– ‘Bak şimdi kızacağım kırk yıllık arkadaşıma. E az önce konuştuk bunu. Ne dedim sana yıllarca yazda kışta aç kaldın, susuz kaldın da onlar okusun diye çırpındın. Bırak artık çocukları, onlarında hayatları var.

– ‘E tabi hakları evlatlarımın.’ deyip derin bir nefes aldı. Arkadaşı ayağa kalkıp;

– ‘Hadi ben bir kahve yapayım da karşılıklı içelim.’ deyip ona cevabını vermeyi beklemeden çıktı merdivenleri. Devresinin de kahve içelim demesi aslında iyi olmuştu. Ne zamandır kahve içmiyordu. Bol köpüklü, orta şekerli yapmıştı devresi.

– ‘Ellerine sağlık devrem, o kadar güzel olmuş ki uzun zaman sonra çok iyi oldu bunu içmek.’

– ‘Afiyet olsun devrem. Bende en son seninle içmiştim herhalde.’ deyip beraber gülüştüler. İkisinin bol neşeli kahkahalarını Mehmet amcanın acı acı çalan telefonu yarıda kesmişti. Elini hemen şalvarının cebine atıp ekrana baktı; ‘bu telefonunda ekranını da artık göremez oldu bu kara gözlerim.’ Diyerek telefonu arkadaşına uzattı. Arkadaşı hemen atılıp;

– ‘Bakayım ben devrem’ deyip aldı telefonu arkadaşının elinden. Ekranı okuyunca çok mutlu oldu. Hemen arkadaşına;

– ‘Oooo devrem, valla devrem tam da üstüne denk geldi. Oğlun arıyor.’ dedi. Mehmet amca sevinç ve mutluluğu bir arada yaşadığı için eli ayağına dolaşmış bir vaziyette sadece;

– ‘Ne, oğlum mu?’ diye sorabilmişti. Telefon hala acı acı çalmaya devam ediyordu. Heyecandan nefes nefese kalan Mehmet amca telefonu hızla açtı. Biraz cızırtılı biraz da yorgun bir ses;

– ‘Baba.’ diye seslendi. Mehmet amca böyle bir ses tonu beklemiyordu. Daha heyecanlı bir ses tonu beklemişti. Karşındaki ses böyle gelince onunda heyecanı azalmış kalp atışı eski ritmine dönmüştü.

– ‘Oğlum, nasılsın evladım?’

– ‘İyiyim baba. İşler bu gün biraz yoğundu birden aklıma sen geldin iş arasında hemen arayayım dedim. Nasılsın? Yusuf amca nasıl iyi mi? Köyde durular ne?’ diye sordu.

– ‘Çok şükür iyiyim oğlum. Yusuf amcanda az önce yanıma geldi beraber oturuyorduk. Köyde de zarar ziyan yok çok şükür, herkes kendi yağında kavruluyor’ diye anlattı.

– ‘Çok sevindim babam. Seni çok özledim. Önceden yanından hiç ayrılmazdık şimdi hepimiz büyüdük ayrı yerlere dağıldık.’ diye sitem etti oğlu. Mehmet amca oğlunun biraz bunaldığını anlamıştı. O da hissetmiş olacak ki oğlu da özlemişti.

– ‘Baba yanıma gelsene. Hatta sen tek gelmeye sıcak bakmazsın ama yanında Yusuf amcayı da getir. Birbirinize yol arkadaşı olursunuz. Hem sana da bana da değişiklik olur. Ne dersin?’ diye sordu. Ama Mehmet amca şu merdivenleri bile zar zor çıkıyorken koskoca İstanbul’a mı gidecekti?

– ‘Aman oğlum, bak Yusuf amcan da şahit şu merdivenleri bile zar zor çıkıyorum. Bir de oralara gelmek için otobüse binip oradan oraya nasıl gelip gideyim?’ Sesi biraz hüzünlü çıkmış olacak ki oğlu;

– ‘Aman babacım, tamam sen yorulma, ben işlerim biraz daha sakinleşsin, en kısa zamanda gelmeye çalışacağım, söz.’ diyerek babasına kararlı bir ses tonu ile babasına cevap verdi.

– ‘Peki oğlum, kendine çok dikkat et. Yine beni ara olur mu? Gözlerinden öpüyorum evladım.’ diyerek telefonu kapattı. Yine görmeden, gözlerine bakmadan sesi ile onu anladığı kısacık bir sohbet daha. Duygulanmıştı haliyle. Hepsini çok özlüyordu ama Süleyman’ı biricikti. Bekardı, kendi evini kendi çekip çevirmesi, tüm ihtiyaçları halletmesi gerekiyordu. Şöyle hayırlı bir kısmet olsa; huyu suyu düzgün, eli yüzü temiz bir kızcağız bulsa tamda ona yakışır bir gelin olurdu. Ama zamane gençleri artık görücü usulü değilde görüp tanışarak bi yola giriyorlardı. Zaten bekar evlatları da ne zaman artık ‘ evlenin çoluk çocuğa karışın’ dese hemen’ baba başlama yine’ diyip onu sustururlardı. O da şimdilik 2 torunu ile kendini avutuyordu. Gözleri yine uzaklara dalmış aynı yöne uzun süredir bakmaktaydı. Arkadaşı;

– ‘Devrem daldın gittin yine ya, bu kadar düşünme maazallah hasta olacaksın benden söylemesi’ dedi.

– ‘Ama düşünmeyeyim de ne yapayım? Onu çok özledim yanıma gel diyor ama ben nasıl giderim ellerin memleketine?’ diyerek kestirip attı.

– ‘Aman canım ne ellerin memleketi oğlun da orda işte’ diyerek arkadaşı onu yatıştırdı.

– ‘Zaten senin içinde benimle gelmeni söyledi. ‘Yusuf amcamla beraber gelirsin, birbirinize yoldaş olursunuz’ dedi. Yusuf bey onun devresiydi. Her zaman ona ‘devrem’ diye seslenirdi. Kendisi içinde biran için bi farklılık olur diye düşündü. O da köyde sıkılmadı değildi. Aynı şeyleri yapmak onu da monotonlaştırmıştı. Eh onunda az buz yaşı yoktu. Ama insan yine de değişiklik istiyordu, bunun yaşla bir ilgisi yoktu.

– ‘Eee sen ne dedin?’ diye merak ettiğini belli eden bir soru sormuştu.

– ‘Ne diyeceğim merdivenleri bile zor indiğimi, oralara kadar nasıl geleceğim diye söylendim biraz’ dedi.

– ‘Oğlanı biraz üzmüşsündür.’ diyerek Mehmet amcayı daha da hüzne boğmuştu. Arkadaşına dönüp;

– ‘Biraz öyle oldu sanırım.’ diyerek arkadaşına o da hak vermişti.

Günler günleri kovaladı. En son ki konuşmalarını üzerinden tam 1 ay geçmişti. Aylardan Mart olmuş havalar iyice ısınmaya başlamıştı. O gün Mehmet amca pek uyuyamamış içini bir heyecanla kaplamıştı. Sebebini de çıkaramamıştı tabi.  Kahvaltısını bu heyecan ile bahçede yapmaya karar vermişti. Heyecanı ayakları da hissetmiş olacak ki bu gün ona pek de zorluk çıkarmamıştı. Bir 15 dk. içinde tüm sofra hazırlanmıştı. Her gün bu sofraya bu kadar özenmez, gelişigüzel hazırladığı sofraya eklediği şeylere bazen dokunmazdı bile. Ama bu gün hiç bilmediği bir şey vardı. Sofraya eklediği şeyler ona mükemmel lezzetli gelmişti. Her zaman olduğu gibi demli çayından doldurdu. Bir yudum aldı, enfes lezzetteydi. Birkaç parça ekmek yedi. Reçeller, ballar mükemmeldi her şey. Kuşlar da ona sofrada eşlik etmek için masanın yanına geliyor birkaç parça kırıntı bulmak umuduyla masayı çevreliyorlardı. Bir parça daha koparıp ağzına atıp çiğnerken evine doğru gelen bir arabanın sesini işitti. Dönüp baktığında arabayı çıkartamadı. Acaba tozlu yolda ilerliyor toz adeta arabayı yutuyordu. Gözlerini kısarak bakıp tanımaya çalıştığı araba neredeyse evin önüne gelmişti. Tozlu yolda araba nihayet durdu. İçindekiler hala belli değildi. Arabanın kapısı yavaşça açıldı. Uzun boylu, uzun saçlı takım elbiseli adam arabadan inip arabaya doğru eğilip içinde bir şeyler karıştırıyordu. Mehmet amca oturduğu yerden kalkıp arabaya doğru yola koyulmuştu. Arabanın içinde birşeyler aramakta olan genç, aradığını bulmuş olacak ki sevinçle dönüp gülümsedi. Yüzündeki gülümseme, saçlarının kıvırcıklığı, geniş omuzları ile bu oğlundan başkası değildi.

Gözleri birden parladı. Sabahtan bu yana heyecanının sebebi belli olmuştu şimdi. Oğlu da kendisi gibi gözleri parıl parıl ona doğru yaklaşıp onu tüm heyecanı ile kucakladı.

– ‘Babam bak sen gelmek istemedin ama ben senin yanına geldim.’ diyebildi sadece. Çünkü uzun bir süre oğlunu öpen baba en sonunda ona sımsıkı sarıldı;

– ‘Hoş geldin oğlum’ diyerek gözlerine baktı.

Mehmet amca ve oğlu beraber bahçeye geçerlerken hem uzun zamandır oğlunun görememesinin hasreti bitmiş, hem de sabahtan beri olan heyecanının sebebinin belli olmasına çok mutlu olmuştu.

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Aysel Gedik
Bağlantılar:
Yazar
3 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version