Bazen seversin ama ne yaparsan yap, sevdiğine ulaşmak mümkün olmaz. Aranızda duvarlar, uzak mesafeler ya da kalbinizde açılan yaralar vardır. Kalbinin derinlerinde hep ona ait bir boşluk hissedersin. Onsuz zaman geçmez, günler geceye karışır ve her saniye onun izlerini bulmaya çalışırsın. Sesi kulağında, gülüşü gözlerinin önündedir ama elini uzattığında ona dokunamazsın. Özlem bir ateş gibi yüreğinde yanar. O ateş, kavuşmanın hayalini kurarken daha da körüklenir. Bir umut ışığı gibi, belki bir gün diye düşünürsün; belki bir gün yollar kesişir, belki bir gün bu hasret sona erer. Ama her geçen gün o ışık biraz daha solmaya başlar. Çünkü bilirsin ki bazen tüm sevgine, tüm arzuna rağmen kavuşmak imkansızdır.
Yine de vazgeçemezsin. Her ayrıntı, her anı, her hatıra, o özlemi diri tutar. Onunla geçirdiğin anılar belleğinde taze kalır ve sanki her şey dün gibi olur. Hayalinde konuşursun, kahkahasını yeniden duyarsın, gözlerinin içine bakarsın. Ama aslında o, çok uzaktadır; ellerin boş kalır, kalbin sızlar. Belki de ayrılık, kavuşamamaktan daha acıdır. Çünkü bir daha göremeyeceğini, dokunamayacağını, hissettiğin onca şeyin karşılık bulmayacağını bilirsin. İşte o zaman yüreğinde derin bir boşluk açılır; o boşluğu hiçbir şey dolduramaz. Bazen bu duygunun ağır yükü altında ezilsen de, içindeki sevgi, özlem seni ayakta tutar. Ve bilirsin ki o asla bilmeyecek; ona duyduğun hasreti, içindeki çırpınışı, her gece yıldızlara bakarken kalbinin nasıl da sıkıştığını.
Ayrılık belki bedeni ayırır ama ruhlar, kalpler bir kez sevdiyse, birbirinden asla kopmazlar. Her şey sona erse bile, her ayrılık bir gün kavuşma ümidi taşır ve kalbinin en derininde bu umut yaşar.
Bazen ayrılık, kavuşmanın içinde gizlenmiş bir kırılganlık gibi gelir insana. Birine veda etmek zorunda kalmak, onu tekrar görecek olsan bile, sanki kalbinden bir parçayı yanında götürüyormuş gibi hissettirir. Ayrılık, en çok kalbimize, özlemle attığımız her adımda karşımıza çıkar. Birlikte geçirilen zamanların gölgesinde, hiç gitmeyen bir ağırlık gibi durur. Ama kavuşamamak… O başka bir acıdır. Kavuşamamak, bir hayalin sürekli elinin ucunda durması gibi, dokunamamak, özlemekten bile daha derin bir yara bırakır. Onun varlığını bilip de ona ulaşamamak, umutla ve bekleyişle örülü bir hüzün yaratır. Sanki kader, seninle onun arasında görünmez bir duvar inşa etmiştir ve sen o duvarın ardında beklemekten başka bir şey yapamazsın.
Ayrılık bazen bir veda, bazen de bir kavuşma umudunun sonlanması demektir. Ama kavuşamamak, hiçbir umudun olmadığını bilerek sevmektir. İkisi de kalbimizi parçalar; biri geçmişin hayaletini yaşatır, diğeri geleceğin özlemiyle yanar. Ve bazen, en derin acı, kavuşmanın imkansız olduğunu bilerek sevdiğimizde gelir. Çünkü ayrılığın bir sonu olabilir ama kavuşamamanın, dokunamamanın, asla sarılamamanın sonu yoktur.
Bazen en güzeli sonsuza kadar ayrılmaktır, ne kadar sevsen ne kadar unutamasan bile. Çünkü sen aslında onu değil onu sevebilme ihtimalini sevmişsindir. Insanız sonuçta. Sevmek, sevilmek,değerli hissetmek bunlar da temel ihtiyaçtır. Biz kalbimizdeki boşluğu doldurmak isteriz farkında olmadan. O bosluğu doldurmak bazen bir insan, bazen bir şarkı, bazen bir eşya olur. Biz kalbimizi açan tek bir anahtar var sanırız ama olaylara geniş cerceveden bakabilirsek şayet birçok anahtar vardır kalbi açan. Olur da birini kaybedersek yedeği olsun diye. Sevmek güzel şey ama kendinden daha çok değil. Sonra kırılırsın hem de öyle bir kırılırsın ki bir daha asla toparlanamazsın. Bırak kalan kırık izlerini, parçalarını bile bulamazsın..