Azot Adam

48 Görüntüleme
7 Dak. Okuma

Söyle, kaç yaşındasın?
Herkes kadar yalnız mısın?
İnce ince titremen
Soğuktan mı sanırsın?
(Gripin)

Derya telefonunda kısa videoları izledikçe daha çok üzülüyor ama diğer videoları geçip konuyla ilgili videoları sonuna kadar izlediği için kullandığı sosyal medya sitesinin algoritması da onu hep benzer videolara yöneltiyordu. Sonunda kendini biraz toparlayıp ayağa kalktı ve otel odalarındaki küçük dolaptan bir iki sefer yapıp birkaç parça eşyayı daha yatağın üzerinde açmış olduğu bavula özensizce yerleştirdi. Daha sonra tekrar yatağa yavaşça oturup telefonunu açtı ve yine daha dün karşılarındaki otelin yanması ve içinde onlarca kişinin ölmesi ile ilgili videolara daldı ama bu kez eşinin içeri girmesine kadar telefonu elinden bırakamadı.

Birol odaya girip yatağın üstünde açık olan bavulu görünce biraz şaşırdı ve eşine dönüp önce kaş göz işareti ile sonra yavaşça sorusunu sordu:

“Hayırdır Derya, nereye gidiyoruz?”

“Ah Birol, benimle dalga mı geçiyorsun? Asıl soru hala kalıyor muyuz?”

“Soru oysa, cevabı da belli: Evet, kalıyoruz.”

“Gerçekten kalıyor muyuz yani?”

“Yani, neden gidelim ki?”

“Neden mi gidelim? Burnumuzun dibindeki otelde onlarca kişi hayatını kaybedeli daha bir gün olmadı. Havada neredeyse ceset kokusu var ve sen hala kalmaktan mı bahsediyorsun?”

“Öncelikle havada ağır oda kokusu kimyasallarından başka bir şey yok. İkincisi evet, acı bir olay yaşandı ama otel yönetimi arayıp haklımız saklı kalmak kaydıyla ayrılabileceğimizi mi söylediler?”

“Yok, hatta tam tersi, sundukları imkanlarda bir eksiklik olmadığı için rezervasyon bile iptal etmiyorlar!”

“E, o zaman nereye gidiyoruz Derya? Kayak yaparken bir şeye mi takıldın?”

“Ya ne kayak yapması, ne bir şeye takılması, sen ne biçim adamsın Birol? Hem ayağımıza takılacak bir şey mi kaldı? Hepsini tavuk tırlarına yükleyip götürmediler mi?”

Birol, hafifçe sinirlenerek oturduğu yatağın kenarından hafifçe kalktı ve ses tonunu biraz arttırarak konuşmaya başladı:

“Ne biçim adam mıyım? Ben azot gibi bir adam. İnert bir gazım. Öyle her reaksiyona girmem. Ya çok yüksek sıcaklık olacak ya da elektrik arkı gibi doğrudan şimşekler bizim üzerimize düşecek. Yoksa ne olur? Ne olacak senin gibi boş boş her şeyi eleştireceğim. Bu zamanlarda birileri de çalışıp bir şeyleri yapmalı ki çok paralar kazansın. Tavuk tırıymış? “Soğuk zincir” gerekiyordu, ya ne yapsalardı? Sizin gibi her etkileşime girsem, herkese yardım etsem, her olay yerinden uzaklaşsam bu kadar parayı nereden kazanacağız? İster beğen, ister beğenme biz hep bu trajedilerden para kazanıyoruz. Sanıyor musun ki, o yanan otel müze olacak da gelen gidene ibret olsun diye gösterilecek! Yine aynı yerlere yatırımlar yapılıp yine bir otel yapılacak, birkaç yıl sonra da yine cümbür cemaat açılışı yapılıp aynı orandan oda paraları istemeye başlayacaklar! Belki de yine aynı yangın tedbirsizlikleri ile… Belki de biz de orada olacağız çünkü belki biz de bir kenarından tutacağız!”

“Ya görmüyor musun herkes burayı konuşuyor?”

“Konuşuyorlar da ne oluyor? Zaten bir kısmı, boşuna üzülmeyin öldüyse zenginler öldü demiyor mu? Yani bir de bilmiyorum sen kaç yaşındasın? Gerçekten bu kadar saf mısın, yoksa saf rolü mü yapıyorsun? Gerçekten o kadar konuşuyorlar da ne oldu, ne diyorlar?”

“Yani… Her şeyi diyorlar!”

“Yani hiç. Hala anlamamışsın! Çoğunlukla her şey, hiç bir şeydir. Herkes aslında hiç kimsedir. O kadar konuştular da suçlu belli mi? Yok! Yani o bunu, bu şunu suçladı… Yani sonuçta herkes suçlu, yani hiç kimse… Her şeyi yapacaklarını söyleyecekler ve ne yapacaklar; hiç bir şey. Sonra yine başka bir felaket olacak ya da hiçbir şey olmayacak ama sen iki hafta sonra burayı unutup yeni çıkan telefon modeli üzerine konuşacaksın. Bir ay sonra yaz tatiline bakarken yine eğleneceğin otelin yangın merdivenine bile bakmayacaksın. Sadece sen değil, herkes… Yani kimse buraya hatırlamayacak… Ateş sadece düştüğü yeri yakar, siz dumanın gözlerini yakmaya bıraktığı zaman hayatınıza devam edeceksin! Zaten belki de öyle yapmalısın! Yani sen bu otelin sahibi olsan ekiplerini karşıya gönderir misin?”

“Tabii ki gönderirim, ya ne yapacağım ki?”

“Gönderdin ve yangın bu otele sıçradı, ne yapacaksın? Gördün mü? Bu piyasada hep kendini düşüneceksin, hep nasıl para kazanacağını düşüneceksin! Yoksa hayatta kalamazsın! Çünkü en ufak uyanıklıkları bile atlarsan, seni saf olduğunu düşünürlerse, bir an boşluğa düşersen yem olursun. Herkesin alım gücü düşerken bizimki niye arttı sanıyorsun? Bunun bir bedeli olmadığını mı düşünüyordun? Evet, bir bedeli var, genelde de ben ödüyorum! Sen de aynı standartlarda yaşamaya devam etmek istiyorsan, sen de bunu kabulleneceksin!”

“Yani gerçekten bu kadar mı kötü dünya?”

“Evet, iyilik yapmak için bile önce paran olması gerekir. Belki para kazanmak için değil ama çok para kazanmak için illa ki kötü olman gerekir. Ve paranın yanında kalabilmek için de…”

Birol sakince odaya girerken çıkardığı ceketini tekrar giyip kapıyı da yavaşça kapatarak odadan çıktı.

Derya bir süre etrafına bakındı. Başının arkasında ağır bir uyuşukluk hissetti bir süre. Etrafındaki her şey gerçekten bu kadar kirli bir para üzerine mi kurulmuştu? Yani ne yapabilirdi? Her şeyi bırakıp daha doğru bulduğu şeyler için bunlardan vazgeçebilir miydi? Yani daha iyi, daha vicdanlı bir insan olmanın bedelini ödeyebilir miydi?

Bir süre sonra hafif bir baş dönmesi hissederek tekrar yatağın kenarına oturdu. Bir süre sonra yanındaki telefonuna gözü kaydı. Yavaşça ekran kilidini açarken ayaklarını da uzatmaya başladı. Birkaç saniye sonra yine kısa videolar izlemeye başladı. Bu sefer yangın ile ilgili olanları hızlıca geçip onu biraz daha gülümsetecek videoları daha uzun izlemeye devam etti ve aynı sitenin aynı algoritması ona benzer kısa videolar gönderdi. Birkaç dakika sonra parmağı aşağı yukarı hareket eden Derya’nın yüzünde kocaman bir gülümse vardı.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version