Ve toprak uyandı muştuladığı baharla… Bahçemdeki erik ağacı çiçeklerini açtı, papatyalar boy verdi, denizin hırçınlığı gitti. ‘Ne çabuk geldi bahar?’ diyebilenlere, yürekleri hâlâ kara kıştan çıkamamış ailelerin gözyaşları karıştı.
Mübarek Ramazan ayındayız. Böyle kutlu günlerde baharın nazlı kokusunun ruhlarımıza işlemesi gerekirken; açlık, sefalet ve yokluk haberleriyle üzerimize kara bulutlar çöküyor. Yardımlaşmanın, hediyeleşmenin, bir tabak yemeği paylaşabilmenin en çok yapılması gereken zamanlarda gözlerimizi kör, kulaklarımızı sağır ediyoruz. Sıraladığımız bahanelerimizin ardı arkası kesilmiyor. ‘Hangi birine yetişeyim ben?’ palavrasından tutun da, ‘Kimin ne hâlde olduğunu ben nereden bileyim?’ yalanına kadar erişiyor bahanelerimiz. Kimi kandırıyoruz? En yakınımızdakini mi, yoksa uzaktan bizleri intizar yüklü cümleleriyle izleyenleri mi? Paylaşabilecek bir tas çorbamız, bir kuru ekmeğimiz de mi yok? Ya da paylaşmaya gönlümüz mü yok?
Azdan az gider, çoktan çok gider dostlar. Korkmayın, verdiklerinizle varlığınız azalır diye… Böbürlenmeyin, alan kişiler şu an muhtaç ve elinize bakıyorlar diye! Yarınların içinde saklı olanları hangimiz bilebiliriz ki?
Geleneklerimizi, misafirperverliğimizi, elimizde olanı paylaşmalarımızı, hoşgörümüzü, daha doğrusu insanlığımızı kaybetmek üzereyiz. Bizim damarlarımızda vatan uğruna şehit olmuşların, komşusuyla bir lokma ekmeği paylaşmışların; diline, dinine, ırkına bakmadan kucak açmışların kanları akıyor. Şimdi kim diyebilir ki, ‘Benim damarlarımda o kanın aktığını ben kabul etmiyorum.’ diye? Diyebilen varsa eğer; ilk önce onun insanlığından, daha sonra da vicdanından şüphe ederim.
Dar geçitlerden geçilirken birbirimize yol vermemiz gerekir. Öncelik de her zaman yaşlı ve çocuklarındır. Ömrünüzün herhangi bir günü veya geçirmekte olduğumuz sıkıntılı günlerin herhangi birinde bir yaşlıya el uzatmamış, bir çocuğun karnını doyurmamışsanız eğer ‘İnsanım ben!’ diyemezsiniz. Dini, imanı bir kenara bırakarak söylüyorum hadi inanmayanlar için… İnsan; vicdanı, merhameti, hoşgörüsü, kucaklayışı kadar insandır. Aklımızın önüne duygularımız geçer bazen. Bazen de duygularımızın önüne aklımız… Hangisi doğrudur diye soracak olursanız bana, ‘Denge!’ derim. Akıl ve vicdan iki kardeştir birbirine çok kızan ama yine de ayrılamayan. Bu denge bozulduğu an yozlaşma başlar. Aile birliği, gönül birlikteliği bozulur. Vatanımız yuvamız, yuvamızda birlikte yaşadıklarımız da ailemizdir. Aileden biri aç yatarken, sen tok yatabilir misin? Bir kenarda acı çekerken ailenden biri sessizce, onu duymamazlığa gelebilir misin? ‘Hadi, Allah versin!’ veya ‘Allah kurtarsın!’ diyebilir misin? Ola ki diyecek olursan; ağzından çıkan bu söz aileyi reddetmek, yok saymak veya inkâr etmek anlamına gelmez mi? Yuvaya ne olur bunun sonucunda? Yuva dağılır! Ve dağılan bu yuvadan her birimiz kendi adımıza sorumlu olmaz mıyız sizce? Kendi adıma konuşayım isterseniz öncelikle… Ben bu veballe yaşayamam. Allah’tan korkarım, insanlığımdan utanırım.
Birkaç yalancı çığırtkandan dolayı, gerçek ihtiyaç sahiplerine dönmeyelim arkamızı. ‘Neyim var ki, neyi vereyim?’ diyorsanız eğer; bir tatlı diliniz, bir güler yüzünüz de mi yok?
Bahar geldi. Ağaçlar çiçeklenmeye, karıncalar yuvalarından çıkmaya başladılar. Doğa canlanıyor gelen her baharla. Hadi canlanalım bizler de! Atalım üzerlerimizden şu ölü topraklarını ve yeşili giydirelim kışın ayazında üşümüş ve kurumuş yüreklerimize.
Şimdi değilse eğer, söyleyin ne zaman?..