“Kardeşim sen düşünceden ibaretsin,
Geriye kalan et ve kemiksin,
Gül düşünür, gülistan olursun,
Diken düşünür dikenlik olursun.”
Mevlana
Aristoteles “insan düşünen bir hayvandır” derken, insanın düşünebilme, düşünce üretebilme özelliğini temel alıyordu. Evet insan düşünmesi, düşünme üzerine düşünmesi ile belirgin olarak diğer canlılardan ayrılır diyebiliriz. İnsan farklılaşır ama farklılaşırken insanın düşünmesi yine dışarıya yani diğer canlılara ve olaylara yönelir. İnsan sürekli düşünür ve düşünmediği, odaklanmadığı bir an dahi yoktur. Zihnimiz olaylarla, kişilerle ilgili sürekli yorumlar yapar ve bu yorumlar çoğu zaman bizim olay ya da kişiler ile ilgili gerçeğimiz halini alır. Gerçeği bir kere belirleyince, yorumumuz yaşama baktığımız penceremiz olur ve olayları, kişileri değerlendirmemizin temelini oluşturur. Evet, herkes aleme kendi penceresinden bakar. Peki penceremiz biraz buğulu ise ne yaparız? Ya Yorumlarımız rasyonel, gerçekçi değil de sadece önyargılarımıza dayanan değerlendirmelerden ibaretse?
Mevlana’nın alıntıladığım beyitinde olduğu gibi insan, aslında düşündüğüdür. Bunu söylerken insan anlık düşünmesinden ibarettir demiyorum elbette. İnsanın o anda ne hissettiği, nasıl davrandığı, yaşantısıyla ilgili düşüncesine göre şekillenir. Yaşadığımız şeyler, başımıza gelen her şey biz onları değerlendirmeden önce kavramlardan uzaktır ve anlam yüklü değildirler. Yaşantılarımızı anlamlı hale getiren, bizim onlarla ilgili yorumlarımızdır. Evet başımıza bir şey gelmiştir ama Epiktetos’un dediği gibi aslında başımıza gelen, başımıza geldiğini düşündüğümüz şey değildir aslında. Çünkü yaşantımız artık bizim yorumlamalarımızla şekillenmiş ve bize ait olmuştur. Bu aşamadan sonra ya gül olur bize ya da diken. Kaygılı insanları düşünün mesela. Aynı şeye maruz kalan farklı kişilere göre daha yoğun tepki verirler ve olay karşısında kaygılanmaları daha olasıdır. Neden? Çünkü yaşantıları değerlendirme mekanizmaları, kaygı ile ilişkili donelere odaklanmayı daha fazla öğrenmiştir. Bilişsel mekanizması kaygı yüklü kervan halini alınca, yaşantı kendi çıplaklığının dışına çıkar ve bir felaket halini alır. Böylece kaygılı insanın yorumu, artık onun gerçekliği olmuştur. Olay bir kere çarpıtılmıştır!
Hadi o zaman bir soru ile devam edelim: bizi olaylar mı etkiler yoksa olaylarla ilişkili yorumlarımız mı? Peki olaylarla ilişkili yorumlarımıza neden bu kadar güveniriz?
Epiktetos Enkheiridion isimli kitabında şunu söyler:
“İnsanları rahatsız eden şeyler değil, o şeylerle ilgili fikirleridir. Örneğin ölüm korkutucu değildir, Sokrates de böyle düşünüyordu, buna karşın ölümün korkutucu bir şey olduğu fikrinin kendisi korkutucudur.”
Yukarıda da belirttiğim gibi olaylar tüm çıplaklığıyla önümüzde dururken onları gül ya da diken haline getiren bizim yanlı değerlendirmelerimizdir. Örneğin, kendinizle ilgili olumsuz bir sıfatı ele alın: aptal, beceriksiz, başarısız gibi. Peki sizce olumsuz sıfatları kendiniz veya başkaları için kullanırken gerçekten rasyonel, gerçekçi bir değerlendirme yaptınız mı? Yoksa ilk hatanızda kendinize başarısız dediniz ve olası bütün girişimlerinizi bu kabulleniş mi yönlendirdi? Bir mülakata gireceksiniz diyelim ve iyi hazırlandınız fakat buna rağmen başarısız olacağınızı düşünüyorsunuz. Sizce kendinize dair yaptığınız yanlı değerlendirmenin (başarısız biriyim) bunda etkisi nedir? Evet aslında soruları arttırabiliriz ama kabul etmeliyiz ki deneyimler bizimle ilgili sadece bir bilgi barındırır ve bizim bütünümüze karşılık gelmezler. Bizim sadece küçük bir parçamıza işaret ederler. Lakin kimi zaman bir yaşantıya ait tecrübeyi(özellikle olumsuzsa), bütünümüze yayarak, genelleiyici bir değerlendirmeye gideriz. Gerçeklikten uzaklaşır, rasyonel davranmayı bırakırız. Deneyimlerimizin, yaşantılarımızın dili rasyoneldir; onları kaygı verici, felaketler taşıyan, depresif görünümlü hale çeviren bizim yorumlarımızdır.
“Hayat ileriye bakarak yaşanır, geriye bakarak anlaşılır.”
-Soren Kierkegaard-
Kişileri ve yaşantılarımızı değerlendirirken, çoğumuz önyargılardan uzak, rasyonel ve adil bir değerlendirme yaptığımızı düşünürüz. Bütün seçenekleri değerlendirmiş ve kişiye/yaşantıya uygun elbiseyi biçmişizdir. Artık gerçeklik tüm ihtişamıyla karşımızda duruyordur (başka nasıl olabilirdi ki:)). İşte tam da burada kontrol yanılgısı dediğimiz şey devreye girmektedir. Egosantrik bir yaklaşımla kendimizi merkeze koyarak değerlendirmelerimizi yapmışızdır. Artık kişilere ve yaşantılara dair bütün yorumlamalar bize göredir. Ve her şey bizim kontrolümüz altındaymış gibi tüm sebepleri hizmetimize almışızdır ve değerlendirmemiz en doğru olandır. Kontrol yanılgısında bir nirengi noktası yakalamışızdır ve bu nokta bize göre evrensel kriterler içermektedir. Tabi burada anormal bir durumdan bahsetmiyorum. Bu yanılgımızı bir psikopatoloji olarak değerlendirmiyorum. Çünkü kontrol yanılgısı benlik bütünlüğümüzü korumak için elzem bir şeydir. Düşünsenize herkesin, her an çok az şeyi kontrol edebildiğini ya da hiçbir şeyi kontrol edemediğini düşünerek hareket ettiğini. İşler tersine döner ve herkes yaşamındaki her şeyi kontrol etmeye çalışırdı. Örneğin; Obsesif-kompülsif bozukluktan muzdarip kişiler kendi iç dünyalarında çok az şeyi kontrol edebildikleri için dış dünyalarını düzenlemeye, kontrol etmeye çalışır. Zihninde uçuşan düşünceleri kontrol edemeyince, somut olana, kontrol edilebilir olana yönelirsin. OKB’den muzdarip kişilerde olduğu gibi kontrol yanılgısı kimi kişilerde, yanılgı olmaktan çıkar kişinin gerçekliği halini alır. Yanılgı ters-yüz olur ve kişi hiçbir şeyi kontrol edemediğini düşündüğü için kontrol etmek için her şeye müdahale etmeye başlar.
“Eğer bir dış etken sizi üzerse, duyduğunuz acı o şeyin kendisinden değil, sizin ona verdiğiniz değerden geliyordur, onu da her an ortadan kaldırma gücünüz vardır.”
-Marcus Aurelius-
Dünyaya ilk geldiğiniz günü hayal etmeye çalışın. Her şey taze ve bilinmez. Nesneler, kişiler, kavramlar… Ve yaşam sizinle başlamadı. Milyarlarca insan sizden önce yaşadı ve kavramlara farklı farklı anlamlar yükledi. Bizde tam da o anlam dünyasının içine doğduk. Kelimeleri, kavramları yeniden üretmeden ilk iş olarak dil ile bize verilenleri öğrenmeye çalıştık. İçine doğduğumuz dil ile dünyaya baktık, olayları değerlendirdik ve kişilerle ilişkiler kurduk. Ve aslında bizim için bir şeyler hazırdı; gelenekler, görenekler, adetler… Bir şeyler hazır olunca da, onları yeniden oluşturma zahmetine girmedik. Toplum, aile ve özelde anne-babamız bize bir pencere sundu ve biz buğulu pencereden yaşamı izlemeye başladık. Evet hepimiz yaşam karşısında birer izleyiciyiz ve olanların tanıklarıyız. Peki tanıklığımız buğulu, önyargılarla, katmerleşmiş değerlendirmeler dolu pencerelerin ardından mı devam edecek yoksa düşüncelerimize, yanılgılarımıza şüpheyle yaklaşma cesaretini gösterecek miyiz? İçten gelen bir cesaretle yazının başındaki sorulara dönelim o vakit: Ya penceremiz buğulu ise? Ya bize dil ile aktarılanlar önyargılarla dolu ise? Bakışın iddiası saf olduğu üzerinedir, lakin insan beş duyunun çizdiği sınırlar içerisinde yaşar. Duyulara hitap eden perdeler ardındadır ve yaşam üzerindeki perdeler kaldırılınca sahici anlamını bulmaya başlar.
Tabula Rosa önermesini anımsadım.Zihnimizi, hayatımızı, düsüncelerimizi önyargılardan arındırdıgımızda penceremizdeki buğulardan kurtulabiliriz.Tespitleriniz cok yerinde.Yazı calısmalarınızda basarılar.
Canım arkadaşımın Can Eşi… Öyle bir zamanda okudum ki bu yazıyı anlatamam sana… Camım buğulu önümü göremiyordum… Buğuyu sildiğim bir vakit, bir sabah namazı vakti okudum. Teşekkürler
Teşekkür ederim güzel değerlendirmeniz için:) Bir umut ışığına dönüştüyse sizde ne mutlu bana:) Dertli olanlarla şifa olur umuduyla yazmıştım. Makes bulmuş. Ne ala:) Sağlıcakla kalın
Güzel değerlendirmeniz ve öneriniz için teşekkür ederim:) Tabula Rosa filmini inşallah en kısa zamanda izlemeyi planlıyorum:) Sağlıcakla kalın:)
Kişileri olayları ve kavramları algılayıp değerlendirirken kendi zihnimizde ki ön yargilarimizla ilişkilendirilip aynı olayi farklı yorumluyoruz. Aslında bizi olumlu ve olumsuz etkileyen olaylar değil olaylari değerlendirme bicimimizdir. Yazınız sayesinde kendi iç dünyamda olayları bu bakış açısıyla yorumlamam gerektiğinin farkına varmama sebep olduğunuz için teşekkür ederim.?
güçlü bir kalem ve aydın bir zihnin ürünüdür bu yazılar. sevgili kardeşim senden daha çok senin yazılarına ulaşabilecek olanlar adına çok mutluyum. sevgili okurların zamanla ne kadar şanslı olduklarını anlayacaklar tıpkı bizlerin senin gibi bir arkadaşa sahip olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzu bildiğimiz gibi.