Bazen gönül ağustos sıcağında yanmış gibi çarpar, bir serinlik arar, bir bakışa bakar, onun peşinden gider, aşkın tek bir cümlesini sana fısıldaması için beklersin, o sana ayrılıkların şiirini okur, yanılır kalırsın! İçindeki sevinçli ürperiş yok olur, yorgun düşersin, yoldaki bir taşın üstüne kalakalırsın!
Ona aşkla bakarken, bakışın onun hangi duygu ve kelimesizliğinden sekerek aşkın diyarına uğramadı diye düşünür durursun! Oysa sana aşkla bir güzel söz söylemesi gerekirken tüm duygu ve hislerini kurutur ve bazen bakışlar aşkı maskeleyerek niyetini saklarken yanılırsın ve yorulursun. “Oysa buna ne gerek var” diye söylenirsin. Bir şerce gibi, ürkek kuş gibi çırpınan bu gönül bir tebessüm beklerken, hayreti görür, vefasızlığı anlar, gülfidanı dikmek isterken gül elinden alınır, diken verilir eline! Bir kömür aleviyle ısınan oda gibi gönlüm, yüreğim ısınsın diye beklerken zemheri soğuğundan donarsın… Anlamaz ki benim derdim başka, derdim aşka olan özlemdir, bakıştaki aşkı aramamdır…
Yığın yığın bu gönlüme elinle hasreti vefasızlığı yükleme artık, bakmıyorum artık bakışlarına, sen de benim bakışlarıma bakma artık. İçimdeki tarifsiz acıyı eksikliği sen anlayamazsın, işte böyledir bazen böyle kendimle, gözlerine baktığımla ondaki manasızlığı fark edince kaçarım sabahın sisli alacasından, aydınlığa doğru. Patikalar ovalara sen hasreti yazsan da ben vuslatla değişmesi için Rabbime dua edeceğim aşkla, gezdiğim her şehirde, kentte, sokakta ve mahallede, bunlar benim deneyimim olacak kaybettiklerimin karşılığı olarak… Ben her şeyimi ortaya koydum gizlemeden, karşıma çıkacak olanlar da benim gibi olur mu, onu da bilemem ve benim gibi olmasını elbette isterim, vesselam.