Başarı Kimin?

94 Görüntüleme
10 Dak. Okuma

Ali Bey ofisinden çıkıp kapıyı kapatırken yan masada oturan Filiz Hanım’a bakarak,

“Ben çıkıyorum, Filiz Hanım, Nihat Bey aşağıda mı?” diye sordu. Filiz Hanım yakın gözlüklerinin altından bir zamanlar oyunlar oynattığı genç adama bakıp

“Evet Ali Bey, sizi bekliyor,” dedi. Ali Bey bir iki adım atıp geri dönmek üzereydi ki, “Adresi biliyor,” deyip gülümsedi. “Handan Hanım’la randevunuz tam 11.00’de.”

Binadan çıktığında baba yadigârı Nihat Bey, otomobilin yanında bekliyordu. Agâh Bey’e verdiği söz üzerine Ali Bey’e göz kulak olmak için emekliliği erteleyen kır saçlı adam, onu görür görmez yaşından beklenmeyen bir çeviklikle koşarak arka kapıyı açtı. Ali Bey arka koltuğa yerleştikten birkaç dakika sonra yoldalardı. Ali Bey önce,

“Nihat Ağabey,” diye seslenip sonra “Bey,” diye devam etmenin uygun olduğuna karar verdi. Artık patron oydu ve bunu tüm çalışanlara hissettirmeliydi. “Daha önce babamla oraya gittiniz mi?” Yaşlı adam dikiz aynasından baktı.

“Evet, babanız rahatsızlanmadan kısa bir süre önce.”

“Babam ev sahibiyle tanıştı yani.” Emektar şoför evet anlamında başını salladı. Demek babası Akbaba Agâh, tekerlekli sandalyeye bağımlı kalmasaydı bu binayı alacaktı öyle mi? İşte bu kendini ispatlaması ve babasına Kâğıthane vehametini unutturması için büyük bir fırsattı.

Kâğıthane’deki pasaj olayı tamamen bir yanlış anlaşılmaydı. Babasının dediği gibi beceriksizlikle alakası yoktu. Pasajdaki dükkân sahipleriyle konuşup yeni yapılacak alışveriş merkezinde onlara da pay verileceğini söylemek için gitmişti. Ama adamlar birlik olup üstüne yürümüş onu yaka paça dışarı atmışlardı. İçlerinden biri,

“İnanç İnşaat buradan içeri giremez!” diye bağırınca esnaf toplanmış, anında pankartlar açılmış, polis çağrılmış ve iş resmen eyleme dönüşmüştü. Ali Bey ise halkı galeyana getirmekten gözaltına alınmıştı. Babasının pasajdakilere vaat ettiği şeyin pay değil, yeni bir dükkân olduğunu, babasının onlara yalan söylediğini karakolda öğrenmişti. Agâh Bey durumu tek eğlencesi olan televizyondan izlemiş, kendisine telefon edip oğlunun durumuna çok üzüldüğünü kahkahalarla belirten dostları da can sıkıntısına tuz biber ekmişti.

Ali, babasının avukatları sayesinde birkaç saat içinde özgürlüğüne kavuşmuş amma ve lâkin

“Gözüme görünmesin!” diyen babasıyla haftalarca köşe kapmaca oynamıştı. Kendisini affettirmenin yollarını ararken ofiste bu dosyayı bulmuş, binayı satın alabilirse babasıyla arayı yumuşatacağını ummuştu.

Kolları sıvayıp Kasımpaşa’daki emlakçıları araştırdıktan sonra işinde yeterince uzman olmadığını anladığı yeni bir işletme olan Handan Emlak’ın sahibi Handan Hanım’ı tercih etti. Bu kez de çuvallayacak olursa şayet Handan Hanım onu rezil etmez, diye umuyordu. Filiz Hanım hemen bir randevu almıştı.

İnanç İnşaat’ın sahibi Ali İnanç’a randevu verdiği dakikadan itibaren Handan Hanım’ı bir telaş sarmıştı. Bu hayatının fırsatı olabilirdi. Genç adama en iyi hizmeti sunmak demek çok para kazanmak demekti. Kasımpaşa’ya geliyorsa şayet kesinlikle kentsel dönüşüm projesi için olmalıydı, ama acaba hangi sokak için? Elinde olan olmayan satılık her ev, bina, daire, dükkân sahipleriyle birlikte bir dosya haline çoktan gelmişti bile. Bakalım kısmet kimeydi?

Otomobil emlakçının tam önünde durduğunda Handan Hanım müşterisini hemen tanıdı. Çıkıp kapıda mı karşılasa, oturduğu yerde mi beklese daha profesyonel olur, bilemedi. O arada şık giyimli genç adam içeri girip elini uzattı.

“Handan Hanım?”

“Ali Bey, hoş geldiniz,” diyerek genç adamın elini sıktı. “Oturmaz mıydınız, önce bir kahvemi içseydiniz?” Ali Bey zaman kaybetmek istemiyordu.

“Hayır, teşekkür ederim. İşimizi hallettikten sonra kahveleri içeriz. Buyurun gidelim.”

Nihat Bey ikisinin de geldiğini görünce otomobilin arka kapısını açtı. Ali Bey önce Handan Hanım’a müsaade etti ardından kendi oturdu. Handan Hanım söze girdi.

“Kim için ve ne için geldiğinizi söylemediniz Ali Bey.” Ali Bey şaşırdı.

“Sekreterim size bu konuda bilgi vermedi mi?”

“Hayır, sadece geleceğinizi söyledi.”

“Hay Allah! Böyle şeyler yapmazdı Filiz Hanım. Oda yaşlandı demek. Doğan sokak 12 no.lu bina için geldim. Sahibi Fevziye Durak. 73 yaşında yalnız yaşayan bir kadıncağızmış. Babam Agâh İnanç dört yıl önce binayı alma girişiminde bulunmuş, lâkin rahatsızlandığı için işi tamamlayamamış. Ben de işin başına henüz geçtim. Çevreyi ve insanları iyi bilen birine ihtiyacım vardı. Bu sebepten size başvurdum. Tanıyor musunuz Fevziye Hanım’ı?” Fevziye Hanım’ın ismi geçer geçmez aydınlık yüzü soldu genç emlakçının.

“Tanıyorum,” diyebildi. “Çatlak kadının tekidir. Evini almak istediğimizi öğrense sopayla kovalar bizi,” diyemezdi ya?

“Geldik, işte burası,” diyerek parmağıyla uzun bir yokuşu işaret etti. “Fevziye Hanım’ın evi yokuşun sonunda.” Nihat Bey otomobili kaldırımın kenarına park etti.

“Ben bu Mercedes’i yokuş çıkmak için almadım,” diyen Agâh Bey’in sesi kulaklarındaydı çünkü. Aynı ses Ali Bey’in de kulaklarında olsa gerek itirazsız indi arabadan. Handan Hanım bir yokuşa baktı bir de topuklu ayakkabılarına. İş adamı geliyor diye erkenden kalkıp hazırlık yapmış elbisesine, saçına özenmişti. Stilettolarını giymişti, ama yokuş yürümeyi hesap etmemişti. İçinden pofladı.

“Zenginler! Arabalarına kıyamıyorlar…”

Ali Bey, Handan Hanım’la yokuşu çıkarken yan yana dizilmiş ikişer katlı binalara baktı. Yıllarca kim bilir kimlere yuva olmuş bu evler, zamana yenilmişti. Yerlerine yapılabilecek olan siteyi hayal edebiliyor, burayı bambaşka bir yaşam alanına dönüştürebileceğine inanıyordu. Bulduğu dosyaya göre Akbaba, sokaktaki tüm binaları almıştı. Yalnızca Fevziye Hanım’ı ikna edememişti. Onu da ederdi muhakkak, ama geçirdiği kaza aylarca hastanede yatmasına sebep olmuş, çıkınca da tekerlekli sandalyeyle yaşamını sürdürmek zorunda kalmıştı. Bu dosya da unutulmuştu.

Handan Hanım bir binanın önünde durup,

“İşte burası,” dedi. Ali Bey binayı baştan aşağıya süzüp zile bastı. Bir süre bekledikten sonra çevirmeli telefon sesine benzer bir ses duyuldu ve kapı ‘tık’ diye açıldı.

Tahta kapıyı eliyle iterken Handan Hanım’a öncelik vermeyi ihmal etmedi. Önce genç kadın içeri girdi ve hızla etrafı kolaçan etti. Tam ortada üst kata çıkan bir merdiven vardı, ama aşağıdan bakınca yukarısı karanlık görünüyordu.

“Bu taraftan,” diyen bir ses duyuldu. Ali Bey sesin geldiği tarafa yönelince Handan da peşinden gitti. Salon olduğunu tahmin ettikleri geniş bir odadaydılar şimdi. Yerde kirlilikten rengi mor mu siyah mı belli olmayan bir Isparta halısı seriliydi. Tamamen eski moda eşyalarla döşeli oda tozla kaplıydı. Hiçbir yere dokunmamaya çalışan misafirler, ev sahibesinin sesiyle irkildiler.

“Hoş geldin kocacığım, ben de seni bekliyordum, nerede kaldın?’’ Sesin sahibi dağınık gri saçlıydı, patlak gözlü bir kadındı. Pespembe bir ruj sürmüştü. Yine pespembe bir elbise vardı üzerinde. Takıp takıştırmıştı. Kırışık suratı ütülense anca düzelecek gibiydi. Ama çatlak sesi iğreti ediyordu.

“Kim bu kız?” Sanki Ali Bey’i tanıyormuş da Handan Hanım’ı merek etmiş gibi bir hal vardı kadında.

“Handan Hanım, emlakçı,’’ diye tanıtacak oldu, der demez de pişman oldu. Kadın atmaca gibi kızın üzerine atladı.

“Emlakçı demek!” Saçından tuttuğu gibi kızı sürüklemeye başladı. Handan Hanım çığlık atıyordu.

“Bırakın saçımı Fevziye Hanım, canımı acıtıyorsunuz!” diyordu, fakat kadının öfkesi onu duymasına engel oluyordu. Ali Bey müdahale etmeye çalıştı, ancak yaşlı kadının deli kuvvetiyle başa çıkamadı. Kadın kapıyı açtığı gibi kızı sokağa fırlattı. Sonra da kapıyı çarpıp kilitledi. Arkasında bekleyen Ali Bey’i görür görmez anında yumuşadı bakışları.

“Kocacığım, ne zamandır seni bekliyorum. Nihayet gelebildin,’’ deyip sarılmaya çalıştı. Ali Bey kendini geri çekip,

“Olur mu Fevziye Hanım? Biz evli değiliz,” dese de kadın ona hayran hayran bakmaya devam ediyordu.

“Evlenelim o zaman.” Duvar dibindeki konsola yöneldi. Çekmeceden büyükçe bir zarf çıkardı. Zarfın içindeki kâğıtları Ali Bey’e uzattı. “İmzala kocacığım, artık kavuşalım.”

Ali Bey kafasında buradan çıkmanın yollarını ararken kadını oyalamak için aldığı evrakı gözden geçirmeye başladı. Bir de ne görsün? Bu evin tapu senedi ve satış sözleşmesi. Bir tarafta Fevziye Hanım’ın resmi, satıcı, diğer tarafta kendi resmi, alıcı.

“Yaşlı adam bana genç koca göndereceğini söylemişti. İnanmamıştım, ama doğu söylüyormuş. Hadi imzala kocacığım.” Ali Bey cebinden kalemini çıkardı.

“Önce sen,” dedi tüm şirinliğiyle. Kadını ürkütmekten korkuyordu. Kadın cilveli cilveli kâğıdı aldı ve resminin altını imzaladı. Sonra Ali Bey’e uzattı. Ali Bey de kâğıdı imzalayıp katlayıp cebine soktu.

“Ben şimdi gideyim, seni sonra yanıma aldıracağım, olur mu?” Kilidi açıp kendini sokağa attı. Kapıyı çarparak kapattı.

Üstü başı çamur içinde kalmış, saçları birbirine karışmış Handan Hanım’ın yanına gitti.

“İyi misiniz Handan Hanım?’’ Handan Hanım korku dolu gözlerle Ali Bey’e bakıyordu. Ali Bey genç kadının cevabını beklemeden koluna girip otomobile yöneldi. Bu arada yaşlı kadının bet sesi duyuldu.

“Bekliyorum kocacığım.” Evin üst katından Ali Bey’e mendil sallıyordu. ‘’Geç kalma sakın!’’

Ali Bey ve Handan Hanım hızla otomobile yürüyüp arka koltuğa yerleştiler. Nihat Bey arabayı çalıştırınca,

“Nereye?” diye sordu.

“Önce sakin bir çay bahçesine. Handan Hanım’a kahve sözüm var. Sonra da babama. Akbaba bunları nasıl planladığını bir bir anlatsın bakalım.”

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version