İnsan yazmaktan utanır mı? Yazmaktan utanıyorum bu satırları. Birilerinin kalemimize mürekkep olması içimi acıtıyor. Yazar olmak, yazmak zorunda olmak 4 yıllık yazarlık serüvenimde ilk kez bu kadar canımı yaktı. İlk kez kalemi elimde tutabiliyor olmaktan bu denli acı çekiyorum. Birilerinin kanıyla can buluyor bugün bu kelimeler. Alabildiğim tüm nefesler göğüs kafesime batıyor.
Şimdi kim bilir kaçımız o insanların hayallerini yaşayacağız? Kaçımızın hayatı onların hayalleriydi kim bilir? Belki de bu çok şikayetçi olduğumuz yaşama yeniden kavuşabilmek için kaçı dua etti o enkazın altında? Kolunun kesilmesine razı olan bir çocuk vardı hatırlarsınız. Yaşamak için teslim olmuş bir çocuk. Alışılmış bir çaresizlik… Siz hiç çaresizliğe alıştınız mı? Çocuklarına bisküvi saklayan babanın bir günde nasıl çöktüğünü gördünüz mü? Ben hep ailemden önce ölmek istemiştim o babanın çaresizliğini görene kadar. Babamın benden önce öldüğüne hep üzülürdüm o babaya oturup hüngür hüngür ağlamadan önce. Şimdi babam benim ve kardeşimin acısını görmeyeceği için mutluyum. Bakın bu da çaresizliktir. Ben babamı gördüm o adamda yıllar sonra. Sanki ekranda babamı izledim. Ben babamın bizim acımızı görmediğine şükrettim.
Oysa yaşamak denen şeyi ne kadar büyütmüşüz. Lüks evlerimizin olmasını, son model arabalara binmeyi, son teknoloji ürünler kullanmayı yaşamak sanmışız. Yaşamak bir babanın çocuklarına bisküvi yedirebiliyor olmasıymış meğer. Yaşamak bir bebeğin annesinin saçını ekinde tutarak nefes almasıymış. Bir evladın babasının emanet ettiği ailesine ev alabilmek için para biriktirmesiymiş. Son nefese kadar o emaneti göğüslemekmiş. Yaşamak; sevdiğini söyleyebilmekmiş bir cana. Hatta yaşamak mezarının belli olduğu yakınlarının olmasıymış. İnsanın kendine ait selası olmasıymış.
Kaç can yan yana dizildi, kefensiz. …81,81,83… diye numara verdiler bir zamanlar rehberimizde ‘Annem, Babam, Canım, Sevgilim…’ diye kaydettiklerimize. Toprak o çok nefret ettiklerimize de , o çok sevdiklerimize de aynı muameleyi yaptı. Şimdi hepsi aynı yerden bakıyor çiçeklere. Hayat nefretle sevgi arasında yitirirken bir şeyleri pişmanlıkların enkazında boğulmakmış meğer… Fenerbahçe’nin maçı var diye formayla uyuyan çocuk gelsin bu noktada akıllara. Hayat biz plan yaparken başımıza gelenlermiş meğer.
Canlarımız yandı, günlerdir dinmeyen bir alev var içimizde. Yediğimiz çorbadan, içtiğimiz sudan, yüzümüzü yıkayabildiğimiz sudan, yürüyebildiğimiz yoldan utanıyoruz. İnsan olmaktan utanıyoruz, yaşayabiliyor olmaktan… Korku kapladı içimizi ve o enkazların her birinin altında yüreklerimiz. Binlerce insan ölmedi Türkiye’de bu günlerde. Tüm Türkiye öldü. Yalnızca kimisi gömüldü, kimimizde gömülmeyi bekliyor. Nefes alabilen ölüleriz hepimiz. Bebeklerimizin hepsini gülerek çıkarttık enkazdan. Bebeklerimizi korkutmayan, melekleriyle koruyan Rabbim dileriz ki bu günlerin acısını da hafifletir ve bir daha tekrarını yaşatmaz inşallah. Kelimeler yetersiz kalır bazı sonlarda. Yahya Kemal bir kelime için 25 sene beklemişti. Benim bu günleri anlatmak için ömrümün sonuna kadar da beklesem bulabileceğim bir kelime çıkmayacak karşıma. Ömrümün sonu demişken, belki de yazdığım son satırlardır. Sonuçta kim bilebilirdi yatağının mezarı olacağını.
Bu canhıraş günlerin bir daha yaşanmaması umuduyla… Vefat eden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, tüm Türkiye’ye baş sağlığı diliyorum. Hepimize geçmiş olsun.