Beklemek: “Gövde Gösterisi Mi Zamanın?”

Zeliha Aypek 692 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

“Ve bekliyorsun o tek şey gelsin, senin yaşamını çoğaltsın diye.” (Rilke)

Gezegenimizin bu havadar, uçsuz bucaksız, kişiye özel olasılık kartlarını keyfince karıştıran, otomatik sıralı odasında; yapraksız ve belki de mevsiminde olmayan bir söğüt ağacının yakınında Vladimir’le Estragon Godot’yu bekliyor, Berlin’in kederli dul yaşlısı Frau Elfriede Lemme ölümü bekliyor, çay tiryakisi çaydaki şekerin erimesini, Tolstoy’un Maşa’sı evliliğinde mutlu olmayı, sıcak sever yazın gelmesini, umutsuz aşık acısının geçmesini, gök ayın hilalden dolunaya varmasını, halk refah ve barış içinde yaşamayı bekliyor. Gün batımını bile beklemek gerekiyor, diyor St. Exupery. Hayatımız birini veya bir şeyi beklemekle geçiyor. Dünyasal maceraya katılmaya hazır olmanın bile zamanı var; dokuz ay anne rahmi deneyiminden sonra insanın oluş yoluna bitmek bilmeyen, geçirgen bekleyişler dikiliyor. Sıkı sıkıya tutunduğumuz varlığımızda beklentiler ömrümüzü ânlara bölen yer işaretleri. Gündelik yaşama nişan alıyorlar. Sinsidirler, pürüzlü geçmişin tatlı boşluğundan besleniyorlar.

Nedir beklemek? Fransız romancı ve deneme yazarı Sylvie Germain’e göre beklenti, kökleri yalnızca bilinç dışımızın karanlık toprağında dolanmakla kalmayan, çok öteye, aşağılara uzanan, benliğin sınırlarına karışan bir duygudur. Beklemek nesnesinin sınırlarını aşar çoğu zaman.

İngiliz filozof Thomas Hobbes’a göre, beklemek kesinlikle bir varsayımdır ama aynı zamanda iyi ya da kötü tutkularımızı da tetikler. Bundan hem neşe -belirli şeylerin sonuçlarını görmekten kaynaklanan beklenti hem de üzüntü -veya sonuç beklentisi doğar. Kısacası beklemek bizi harekete geçirir. Bu açıdan pasif bir eylem değildir. Bir arzu, istek henüz gerçekleşmemişken, hiçbir şey olmamışken her şey mümkündür ve her şey hâlâ tazedir.

“Ulaşabileceği yerdedir, henüz kavranmasa da,
Arzunun kusursuz hedefi,
Gelmez daha yakına -bozmasın diye gerçeklik,
Büyüyü ruhundaki.” (Emily Dickinson)

Bir şeyi elde ettiğimizde umduğumuzdan daha az zevk aldığımızı söylüyor Rousseau. En hızlı, en acil biçimde gerçekleşmesini istediğimiz şeyler için gerekli küçük zaman parçası bazen bizde olumsuz duygular bulamacı yaratır; üzüntü, pişmanlık gibi. Bedensel, zihinsel veya ruhsal bir tatmini beklemek her zaman kötü, sıkıcı bir süreç değildir; birçok düşünür/filozof, Paul Valery gibi pek çok şair, şeyleri zamanın akışına bırakmayı, acele etmemenin erdemini, beklemenin sarhoş edici güzelliğini görmenin zevkini överler.

Paul Valery Adımlar şiirinde, “öpücükle beslenen düşüncelerinin sakinine dudaklarını uzatırken bu şefkatli davranış için acele edilmemesinden” , “adımlarının uyanıklığının yatağına yavaş yavaş gitmesinden” bahseder, tıpkı bir yazara ilhamın gelmesi gibi.

Deleuze’de neyi beklediğini tam olarak bilen bir avcı gibi değil, tetikte bir hayvan gibi her şeye duyarlı olmalıdır kişi. Beklemenin çeşit çeşit yolları vardır. Dünyaya her şeyi ancak umutsuzluk yoluyla anlatabileceğini belirttiği “tünemiş kedi” şiirinde Francis Ponge, umutsuzluğun bizi zorladığı tesadüfi pozlarımızı tünemiş bir kedinin oyunlarının karşısına koyar. Tek ayak üstünde ama yerde değil, herhangi bir şey üzerinde, avcı geçerken dengemiz stabil olmasa bile bir yere tünemiş olmalıyız. Avcı zamansa, onun geçişine karşı koyamayız elbette. Biz umutsuzluğu ezen beklentilerimiz karşısındaki pozlarımızdan sorumluyuz. “.. hangi güce itaat ettiğimizi bilmesek de ayağa kalkmalı, bir nişin içine atlamalı, aptalca duruşlar almalıyız, bir devrimcinin ya da bir şairin pozuna dönerek.”

Aziz Augustinus’un beklenti dediği, gelecekteki şeylerin şimdisinden başka bir şey değildir. Bu durumda bekleyiş, hayal kırıklığı dolu bir şimdiye kıstırılmış yavan gerçeklikten kaçmak için kişisel veya kolektif arzuların gelecekteki sözde tatmin edici, muhtemel zafer görüntülerinin depolandığı bir hazne işlevi görür.  İşleri çabuklaştıracak hiçbir eylemde bulunmadan, müdahale etmeden gelecekteki bir tatmin beklentisinin çoğu zaman hoş olduğunu tecrübelerimizle biliriz. İçinde bize daha fazla mutluluk getireceğini bildiğimiz bir şeyi beklemenin harika bir tadı vardır. Her haz kendi hızında varlığımıza konuşlanacağına göre, beklemenin sürprizlerle dolu lezzetini kaçırmamalıyız. Bu aynı zamanda öngörülmeyen olumsuzluklara da açık olmayı da kapsayan bir beklenti anlayışı olmalıdır. Yani beklentisiz bekleme.

Bekleme, edebiyatın konusu olduğu gibi 20. yüzyılın ilk yarısında felsefenin de önemli bir kavramı, teması hâline gelmiştir. Filozof Heidegger’e göre beklemek, bizim karar vermediğimiz ama bize gelmesi gereken düşüncenin özünü beklemektir. Bekleme kesinlikle bir performansla ilgili değildir… Hiçbir nesnesi yoktur. Beklentimizin neye yönelik olduğunu hayal ettiğimizde ve onu önümüze getirdiğimizde artık beklemiyoruz. Bu arada onun neye yöneldiğini açık bırakıyoruz.

Fransız filozof Simone Weil, söz konusu bekleme olduğunda kişi, düşüncesini askıya almalı, onu boş ve nesneye nüfuz edilebilir bırakmalı ve nüfuz edeceği nesneyi tüm çıplaklığıyla kabul etmeye hazır olmalıdır, der.

Beklenti, arzunun ve umudun sonsuz toprağında filizlenir, hayal gücüyle, hayaletlerle beslenir. İçeriğinde güçlü bir yaşama niyeti ve arzusu vardır. Bu nedenle gereklidir, faydalıdır. Var olmayı sürdürmekten başka hakiki bir amacı olmayan insana sonluluğunu hatırlatması ve ebedi yalnızlığının çaresizliğini hissettirmesi  bakımından nihayetsiz bir çabadır.

Sönmüş bir geçmiş, geri kalanı bilinmeyen bir şimdinin üzerinde, geleceği, kapalı bir devre içinde durmadan üretir beklentiler.

“Beklerken arzuladığımız şeyin yokluğundan o kadar acı çekeriz ki, bir başkasının varlığına dayanamayız.” (Proust)

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Zeliha Aypek
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version