Sevgili okuyucular, bugün çoğumuzun belki farkına bile varmadan yaşadığı bir sorundan bahsetmek istiyorum. İnsana yaşam enerjisini veren en önemli öge, anlam arayışıdır. Hayatına anlam katan bir hedef ya da amaç olmadan, birey yaşamını sürdürecek motivasyonu bulamaz ve bu yüzden tatminsizlik batağında mutsuz yaşar.
Genetik ve çevresel faktörlerden dolayı kendimize hep hedefler koyar ve bunları elde etmek için büyük gayret sarf ederiz. İnsan yapısı gereği, hep daha iyisini ve mükemmeli arar. Bu yüzden bir hedefini elde ettikten sonra bununla yetinmez ve ileriye gitmek ister. Gerçekleştirmek istediği hedef, insanda beklenti meydana getirir. Bu beklentinin düzeyi, hedefin büyüklüğüyle orantılıdır. Kişi, motivasyonu ve çalışma azmiyle beklentisini gerçekleştirmeye çalışıp başarılı olursa hedefine ulaşır.
Hedefimiz gerçekçi değilse ya da gerçekleşmesi zor bir hedef ise, bu, bizde büyük bir beklenti oluşturacaktır. Beklenti büyük olduğunda, muhtemelen şöyle akıl yürütürüz. “Ne kadar çok çabalarsam, o kadar başarılı olur, beklentimi gerçekleştiririm.” Böylece, kendimizi müthiş bir hedef kovalamacası içinde buluruz. Beklentimize o kadar yoğunlaşırız ki, hayatımızın tümünü yavaş yavaş kapladığını ve ele geçirdiğini fark edemeyiz. Bu beklenti, bizi deyim yerindeyse elindeki tüfekle nişan alıp avına ateş etmek için hazır bekleyen avcıya dönüştürür. Bu yüzden, sürekli ileriye baktığımız için artık gelecek zamanda yaşarız. Her zaman beklentimizi nasıl gerçekleştireceğimizi düşünürüz. Hayatın güzelliklerini bile göremez hale geliriz. Yürüyüş yaparken zihnimiz beklentimizle aşırı meşgul olabileceği için önümüze çıkan bir çocuğun bize gülümsediğini, tepemizde kanat çırpan martıları, bir evden gelen iştah açıcı yemek kokularını fark edemeyiz. Beklentimizle yatıp beklentimizle kalktığımız için eşimiz ve çocuklarımızla bile sağlıksız iletişim kurarız. Onların sorunlarıyla ilgilenemeyecek kadar kendimize odaklı oluruz. Sosyal ortamlarda, arkadaşlarımızla birlikteyken sürekli hedefimizi düşündüğümüz için ânın tadını çıkaramayız. Eğer çalıştığımız işten memnun değilsek, beklentimizi gerçekleştirmek için kendimizi fazlasıyla zorlarız. Bu, doğal olarak işte performansımızın düşmesine ve mutsuz olmamıza yol açar.
Beklentimiz tüm hayatımızın merkezi haline gelince, adeta bir tutsaklık halini alır. Kendimiz için hep en iyisini isteyen bir anlayışsa sahipsek, beklentimizin daha azına razı olmayız. Zihnimizde beklentiyi yüksek tutmak, başarıyı getirir düşüncesi yer etmiş olabilir. Beklentimiz, hedefimiz doğrultusunda gösterdiğimiz gelişmeye değil, henüz başaramadıklarımıza odaklanmamıza yol açar. Bu yüzden, kendimize öfkelenir ve suçluluk duyarız. Hedefimize ulaşamazsak, kendimize yönelik öfke bu kez başkalarına döner ve onları başarısızlığımızın sorumlusu olarak gösteririz. Beklentimizi gerçekleştirmek için gün içinde aşırı zihinsel faaliyette bulunduğumuz için günün sonunda evimizde parmağımızı bile kaldıramayacak hale geliriz. Bizi tükenmiş hale getirebilecek hiçbir şey, sağlıklı değildir. Zaten dikkat edersek, beklentimize odaklanmanın beynimizi kilitlediğini fark ederiz. Yani, başka bir düşünemeyecek ve yapamayacak bir hale geliriz. Bu haliyle, beklenti bir bağımlık haline gelmiştir ve insanın bırakın başarılı olmasını işlevselliğini bile sürdürmesini engeller.
İnsan bilerek kendini nasıl böyle bir tutsaklık içine sokabilir diye sorabilirsiniz. Farkındalığı olmadığı için kişi zamanının ve enerjisinin büyük bölümünü beklentisine ayırdığını anlayamaz. Ancak, sevdiği kişilerden olumsuz geribildirimler alır ve beklentisiyle ilgili olumsuz sonuçlarla karşılaşırsa, hatalı düşündüğünü ve beklentisini gerçekleştirmeyi saplantı haline getirdiğini fark edebilir. Zaten, hedef ne kadar büyük olursa, kişinin üzerinde oluşturacağı stres o kadar fazla olacağı için bu durum, fiziksel sağlık için de risk oluşturur.
Kişinin sosyal ve mesleki yaşamını sarsan ve sağlığını da etkileyen bu beklenti tutsaklığından kurtulma yolu var mıdır? Her şeyden önce bakış açısını değiştirirse, belli bir sürede bu tutsaklıktan kurtulup daha özgür ve daha mutlu olabilir. İnsan, beklentisinin üzerinde neden olumsuz etki meydana getirdiğini ve kendisini tutsak ettiğini düşünürse, çözümle ilgili bazı ipuçlarına ulaşabilir. Beklenti büyükse, gerçekleştirilmesi zaman alabilir ya da hiçbir zaman ulaşılamayabilir. Bu yüzden, kişi büyük hayal kırıklığı yaşar ve beklentisini ideal haline getirdiği için acı çekebilir. O zaman, en basit çözüm beklentileri ulaşılamayacak kadar yüksek tutmamak olabilir. Bu, da insanı her seferinde yanılgılara, boş hayallere sürükleyen ve mutsuz olmasına yol açan mükemmeliyetçi anlayışını sorgulamasına ve bundan vazgeçmesine neden olabilir. Mükemmeliyetçilikten vazgeçmeyi öğrendikçe, beklenti tutsaklığından kurtulabiliriz. Aynı zamanda beklentiyi gerçekleştirmek için aşırı çaba göstermek, tek başına hedefimize ulaşmamızı sağlamaz. Çünkü beklentimizin gerçekleşmesi, bizim dışımızdaki faktörlere de bağlıdır. Aşırı çaba gösterme, fiziksel ve zihinsel enerjimizi tüketeceği gibi, hedefimizden uzaklaşmamıza neden olur. İnsanın elinden geleni yaptıktan sonra, kendini akışa bırakması ve olacaklara razı olması doğru bir tutumdur. Beklenti tutsağı olan insan, sonuç odaklı olduğu için hayatın sunduğu başka fırsatları da değerlendiremez ve beklentiyi değiştirme esnekliğine de sahip olamaz. Bu yüzden, hedefimiz doğrultusunda çalışırken sürecin tadını çıkarmak ve hayatımızı tüm yönleriyle yaşamaya devam etmek, bizi hem rahatlatır hem de tutsaklıktan kurtarır.
İnsanın hayata geliş amacının sahte benliklerinden arınarak kendini bulmak olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden tekâmül ederken, elde ettiği en önemli kazançlardan biri hayattan hiçbir şey beklemeyecek düzeye gelmesidir. Bu anlayışla, kişi ânın içinde kalıp hayatın sunduğu sonsuz fırsatları gelişim derecesi oranında değerlendirebilir ve hayatın beklentileri gerçekleştirmenin ötesinden anlamları barındırdığını anlayabilir. Sözün özü, beklentilerden kurtuldukça zihnimizi duvarların arasında sıkışıp kalmaktan kurtarıyor ve özgürleşmesini sağlıyoruz.