Önce “Stari Grad”
Beograd’a bir öğleden sonra vardık… Beograd Sırpça “Beyaz Şehir” demek. Vardığımızda kar yeni durmuş tüm şehir -adına yakışır şekilde- bembeyaz olmuştu. Bir zamanlar Yugoslavya’nın da başkenti olan şehir; neyse ki kara kışa alışık… Bu 40 50cm’lik yağıştan fazla etkilenmeden hayat devam ediyor. Biz de hızla eşyaları otele bırakıp hava fazla kararmadan, şöyle bir akşam yürüyüşüne çıkmak için acele ediyoruz.
Şehir, pandemiye rağmen son bıraktığımızdaki gibi hala cıvıl cıvıl. Bu cıvıltıda yılbaşı süslemelerinin de büyük etkisi var. Belli ki; covid kısıtlamaları ile epeyce iç mekanlara kapandıktan sonra, yeni yıl vesilesiyle olabildiğince sosyal yaşam canlandırılmaya çalışılmış. Ocak ayını ortalamış olmamıza rağmen, her yan hala devasa ışıklandırmalar, Noel kulübeleri ve parti temalarıyla dolu.
Gittiğimiz şehirlerin “eski” yüzlerini her zaman “yeni”, “modern”, ve “gelişmiş” (yani betonlaşmış!) olan taraflarına tercih ediyoruz. Stari Grad da Belgrad’ın daha eski; daha tarihi olan ve her yanında 19. yüzyıldan kalma binalar bulunan tarafı. Karla kaplandığında bu tarihi bölge iyiden iyiye masal havasına bürünmüş. Güneşin batışı yaklaşırken trafiğe kapalı Knez Mihailova Caddesi’nde ellerinde sazlarıyla koşuşturan çalgıcılar yemek saati başlamadan restoranlardaki yerlerini alma telaşı içerisinde. Biz de geçen defa hem “cevapcici” köftesini hem de fasılını en çok beğendiğimiz mekânlardan birine yerleşmek için bu sokak boyunca yürümeye başlıyoruz.
Knez Mihailova Caddesi, iki tarafı yüksek binalar ile örtülü, yaz aylarında herkesin dışarılarda yemek yediği, sokak müzisyenleri ile dolu, renkli bir cadde. Cadde adını Sırbistan Prensi 3. Mihailova‘dan almış. Bu ikibin yıllık cadde üzerinde Belgrad Kalesi’nden başlayıp Cumhuriyet Meydanı’na kadar uzun uzun yürünebiliyor. Biz de Aziz Sava Kilisesi ve kızıl renkli Aziz Mark Kilisesi’nin önünde son birkaç fotoğraf çekip taze kar üzerinde daha fazla cambazlık etmeden akşam yemeğine koyuluyoruz.
Belgrad’ın Merkezi
Ertesi sabaha Knez Mihailova’nın hemen yakınında bulunan Trg Republik (yani Cumhuriyet Meydanı) ile başlıyoruz. Burası Belgrad’ın bir nevi merkezi… Belgrad sakinleri birbirleriyle burada buluşuyor. Meydanda sıralanan kafelerden birinde günün ilk “Domaca Kafa”sını (yani bir çeşit Türk Kahvesi ama daha büyük fincanda geliyor) içerken bir yandan da haritadan günün geri kalanını planlamaya çalışıyoruz. Bu caddede yer alan eski ve güzel binalardan Ulusal Müze ve Ulusal Tiyatro binalarının önünden geçmeyi; ve bir zamanlar Belgrad’ın bütün yazar, gazeteci, ressam ve sanatçılarının vakit geçirdiği Skadalija bölgesinde de bir tur atmayı ihmal etmiyoruz.
Kalemegdan’ı Görmeden; Belgrad’ı Gördüm Diyemezsin
Kalemegdan diye yazılıp “Kalemeydan” gibi okunan bu kale; Belgrad’ın en önemli noktalarından. Sadece bir kale değil; burada parklar, anıtlar, müzeler ve en güzeli de harika bir manzara yer alıyor: Sava ve Tuna nehirleriyle bir arada tepeden harika bir Belgrad manzarası. Bu kaleyi 1521 yılında Kanuni fethetmiş. Kale, haftanın her günü, 24 saat ziyarete açık ve giriş ücretsiz. Bu kocaman parkın içinde bolca yeşilliğin yanında çocuklar için oyuncaklar da var.
Geçen seferki tecrübelerimizden Kaleye en iyi girişin Karadjordje Kapısı’ndan olduğunu biliyoruz. (Bunun dışında 6.Karl Kapısı da çok güzel görünüyor ama parktaki her şeyi eksiksiz turlamak isteyen bizim gibi takıntılı turistler için en ideali bu.) Geçen defa bu kapıdan girince ilk durağımız Askeri Müze olmuştu. Bu müzenin açık alanında bir sürü; çeşit çeşit savaş araçları görmek mümkün. Burada çocuklar -ve belki bazı yetişkinler de- bu askeri araçları kullanıyor gibi yapıp komik pozlar veriyor. Eğlenceli bir yer.
Bu Savaş Müzesi’nin ilerisi ise İstanbul Kapısı. İstanbul Kapısı da bir köprüyle Saat Kapısı’na bağlanıyor. Buradan sonra da karşınıza bir anda Damat Ali Paşa Türbesi ve Sokullu Mehmet Paşa Çeşmesi çıkınca “n’oluyor Türkiye’de miyiz?” diyorsunuz. 🙂
Öğleden Sonra Doğru Tesla’ya!
Öğleden sonra Taş Meydan‘dayız. (Tašmajdan diye yazılıyor). Eskiden yapılan binaların taşları bu meydandan çıkarıldığı için bu adı almış. Bu bölge de parklar, oteller ve restoranlarla dolu. Ama bizim asıl hedefimiz hızlıca Nikola Tesla Müzesi’ni ziyaret etmek.
Krunska Caddesi üzerinde yer alan Tesla Müzesi’nde, Sırbistan asıllı bilim adamı Nikola Tesla’nın geliştirdiği cihazları, deneyleri, “yüksek frekans transformatörü”nü ve bunun gibi daha bir sürü ilginç şeyi görmek ve dahası meraklısı için interaktif deneylere katılmak mümkün. Neon ışıkları, florasan lamba, otomobillerdeki ateşleme sistemleri, mikro dalga fırın ve uzaktan kumanda gibi birçok gelişmeyi borçlu olduğumuz Nikola Tesla’nın Müzesi’nde metrelerce ötedeki ampulleri kablosuz olarak yakmayı deneyen turistik deneye tabii ki biz de katılıyoruz.
Moskva Otel Binası, Kalp, Ben:
Cumhuriyet Meydanı’nda yer alan Ulusal Müze (National Museum of Serbia) günümüzde Sırbistan’ın en büyük müzesi olarak biliniyor. Bu müzede Renoir, Monet ve Degas gibi ressamların tabloları da dâhil 400.000‘den fazla eser var.
Cumhuriyet Meydanı’na komşu olan Teraziye Meydanı’nda (haritada Trg Terazije olarak bulabilirsiniz) ise ihtişamlı Parlamento Binası’nı, Belgrad Belediyesi’ni ve Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü görmek mümkün. Ama en güzeli seramikten yapılmış parlak ve tablo gibi cephesi ile Moskva Hotel binası. (Yazım hatası yok “Moskva” diye yazılıyor. ?)
1906 yılında kurulan bina hala Otel olarak çalışıyor. Bugüne kadar Albert Einstein, Alfred Hitchcock, Maxim Gorky, Jack Nicholson, Robert De Niro ve Brad Pitt gibi birçok ünlü ismi ağırlamış. Giriş katındaki pastanedeki çörekler ise leziz. (Acaba Einstein da bunlardan yemiş midir?)
Belgrad’da Neler Tatmalı?
Belgrad’da Restoranlarda mutfağın her saat açık olması; porsiyonların kocaman ve doyurucu gelmesi ve çoğu zaman yemek yerlerinde canlı müzik de yapılması çok hoş ve bizim kültüre çok yakın. Bu tür restoranların çoğunun Knez Mihailova, Strahinjica ve Skardarlija caddelerinde ve Sava nehri kenarında yer aldığını bir kez daha hatırlatıp ana maddelerin altını çizmeye başlıyorum:
- Bu bölgede ekmeğin üzerine ya da et yemeklerinin altına yoğurttan imal edilen kajmak (evet kaymak) konuyor, deneyin!
- Yollarda sıkça karşımıza çıkan Pekara adı verilen fırınlarda bir sürü pastane ürününü (börek, çörek, kurabiye gibi hamur işlerini…) ayaküstü çok da uygun fiyatlara tatmak mümkün. Özellikle börek (ya da onların deyişiyle “bürek”: bizim kol böreği ile su böreği arası bir tatta ve genellikle yanında yoğurt ile yeniliyor). Yiyin!
- Meşhur köfte/kebabı “Čevapčiči”yi de çok tavsiye ederiz. Eve de paket yaptırın!
- Restoranlarda; üzerlerinde limon dilimleri olan “baklava”lar var. Hatta “revani” bile var!
- Chopska salata ise -daha büyük dilimlenmiş olsa da- bizim çoban salataya epey benziyor ama üzerindeki peynir rendesiyle çok daha doyurucu.